28 Eylül 2007

varolmayan şövalye'nin uykuyla imtihanı


"gözlerini yumabilmek, bedeninin bilincini yitirmek, kendi saatlerinin boşluğuna gömülmek, sonra uyanıp kendini yeniden öncekinin aynı bulmak, yaşantısının ipliklerini yeni baştan örmek ne demektir, agilulfo bunu bilmiyordu ve varolan insanlara özgü olan uyuma yetisine imrenmesi de öyle, insanın aklının bile almadığı bir şeye karşı duyduğu belirsiz imrenmeydi."

google'ın da sorunlu uzantıları olabileceğinin farkına 'bir kış gecesi eğer bir yolcu' sayesinde vardım sanıyorum. blogger, hiç de stabil çalışan bir sistem değil. komutları eksik algılayan, sık sık hata veren ve de bunun gibi bir şeyler. neyse, amacım 'bir kış gecesi...'ni web değerlendirme sayfası haline getirmek değil, alıntı paragrafından belli etmişimdir herhalde. blogger'ın hatalarından bahsetmemin sebebi, varolmayan şövalye'ye kendi istemediği yalanlar söyletiyor olması. evet, yalan söylemeyi seviyor varolmayan şövalye, ama, sadece kendi istediklerini. blogger'ın yaptığı şey, yazıları gönderdiğim saatleri her daim yanlış kaydetmesi. bu yüzden 'bir kış gecesi...'nin sadık okurları, benim oldukça düzenli bir yazma aralığım olduğu gerçeğinden haberdar değiller.

varolmayan şövalye imzasıyla yazdığım yazıların neredeyse tamamı, gece 2 ila sabah 8 arasında, sırasıyla "gecenin körü" ile "sabahın körü" olarak tabir edilen vakitlerde yazıldı. üniversiteye girdikten sonra baş gösteren ve bu sene iyice garip bir hâl alan, uykuyla aramdaki son derece problemli ilişki elbette bunun sebebi.

normal bir insanın, hatta normal bir 'geç yatan' insanın yattığı saatlerde yatamıyorum artık. beceremiyorum yatağa gitmeyi, yorganı başıma çekip, güzel güzel kitap okuyup sonra da mışıl mışıl uyumayı. huzurlu rüyalarımda geyiklerin peşinden koşmayı (aman nereden çıktı bu ziya gökalp lapsus'u?)... hayır, alıntıya kanmayın, problemim, lakabını çaldığım agilulfo'nunkiyle aynı değil. uyumak isteyip de uyuyamamak değil benim derdim. uyumak istememek de değil. yatağa girdiğim zaman, iki sayfa bile okuyamıyorum, uyku beni alıp götürüyor. sorun başka bir şey, ama ben çözemiyorum. sorun başka bir yerde, ama ben bulamıyorum.

yapacak hiçbir şeyim yoksa, okuyacak, yazacak, yetiştirecek, izleyecek; hiçbir şey'le uğraşmaya karar veriyorum. hayatımdaki hiçliklerin dökümünü yapıyorum, öylesine duruyorum. ben bir hiçlikten oluşuyorum o anda. varolan bir dünyada, kendi varolmayan evrenimi kuruyorum. herkesin uyuduğu o anda, kendi gerçekliğimi inşa ediyorum. gecenin/sabahın köründe, yel değirmenleriyle uğraşan bir şövalye... beni tanımlayabilecek en iyi cümlelerden biri bu olabilirdi, eğer ki inansaydım tanım cümlelerine.

yeni bir gün doğuyor sonra. bana bakıyor insanlar, üzülerek. "gözlerin kızarmış", diyorlar. "evet" diyorum, "benim hep öyle, alerjik herhalde". herhalde öyle, bir tür alerji olmalı bu. herkesin uyuduğu saate olan bir alerji; üretimin, yaratımın, yalan söylemenin durduğu o saate karşı geliştirdiğim bir alerji.

siz uyuyanlar, alerjim size...

siz rüyalarınızı görün, ben çok fazla uzağa gitmiş olamam.

"şurada burada, çadırların kıyısından köşesinden çıkmış, yukarı kalkmış başparmaklarıyla çıplak ayakların görünümü onu daha fazla etkiliyor ve tedirgin ediyordu: uykuya varmış ordugâh bedenlerin sultanlığıydı, içilmiş şarabı ve bir savaşçı gününün terini hohlayan eski adem teni serilmiş yatıyordu göz alabildiğine; çadırların eşiklerinde içleri boşalmış zırhlar karmakarışık yığılmışlardı, sabaha hizmetkârlar ve seyisler alıp güzelce parlatsınlar, bir hale yola koysunlar diye bekliyorlardı. dikkatlli, sinirli, kibirli geçip gidiyordu agilulfo: gerçi beden sahibi insanların bedenleri içinde hasete benzer bir tedirginlik uyandırıyordu, ama aynı zamanda gururla, bir üstünlük duygusuyla kasılarak küçümsüyordu onları. ünleri dillere destan olmuş meslektaşları, o şanlı şövalyeler, aslında neydiler yani? rütbelerine, adlarına, başardıkları büyük işlere, güçlerine ve yiğitlerine tanık olan zırhları işte bir kabuğa, içi boş bir demir yığınına dönüşmüştü, insanlar ise oracıkta horlayıp duruyorlardı, yüzlerini yastıklarına gömmüş, aralık dudaklarından incecik bi salya sızıyordu."

italo calvino
, varolmayan şövalye

8 yorum:

Adsız dedi ki...

tedirginlik yerinde ama gereksiz, gururu paylaşıyorum kimi zaman.. hele gecenin körü ile sabahın körü arasında, yazdığın satırları -tahminen, belki de- ilk okuyan insan olmanın gururu...

Adsız dedi ki...

yasadigin herseyi dunyada yasayan ilk kisiymissin gibi anlatman bence sana yonelen elestirilerin farkinda olunmayan sebebi.
boyle yazdiginda 'ben cok farkliyim yeaa'yi hissedenler rahatsiz oluyor, seni ukala buluyor.
ben boyle acikladim senin durumunu kendime.

inesis. dedi ki...

doğru bir tespit, ama yetersiz bir eleştiri sanki, ne dersin? "ilk kişi" değil belki ama, en çok yaşayan, en ağır yaşayan, en yoğun yaşayan insan benmişim gibi yazıyorum, doğru, zira sizi burada kendi dünyamda ağırlıyorum. benim merkezinde olduğum, fevkalade kişisel yazıları okurken "ay çok da ukala" gibi bir tepki, meşru, ama çok da derinlikli değil sanki...

"çok farklı" olduğumu düşünüyorum, doğru, zira herkesin ve her olayın ve her anın çok farklı olduğunu düşünüyorum. bir ergen yakarışı değil bu yani...

goksin dedi ki...

yazının kendisiyle ilgili yorumumu daha sonraya bırakıyorum, burada acilen söyleyeceğim bir çift lafım var sadece. mehmet'in yaşantı ve yaşanmışlıklarının başkalarının yaşantı ve yaşanmışlıklarıyla kesişmesinden veya yaşamı boyunca görmeyeceği insanlarla çok spesifik konularda en ince detaya kadar aynı deneyimleri yaşamasından doğal birsey olamaz (adet gereği bu deyişi kullanıyorum, doğa-kültür zıtlığı ve tanımlarıyla burada asıl söylemek istediklerimden konuyu saptırmayacağım). önemli olan, ki bu da edebiyatla arası biraz iyi olan birinin kolayca kabul edeceği bir olgu, herhangi birinin yaşantı ve yaşanmışlıklarının parçası olabilecek birtakım olgu, algı ve tamalgıları mehmet'in kendi sahip olduğu veçhelerden aktarması. bu blogda ön plana çıkan "varolmayan şövalye"nin duyarlılıkları ve dilyetisidir, herkesin yaşanmışlıklarının bir parçası olabilecek yaşanmışlıkları nasıl tattığını kendine özgü bir biçimde ifade edişidir. burada yazarın içgörüsünün derinliği ve yoğunluğu anlattıklarını « dunyada yasayan ilk kisi » oldugu izlenimini veriyorsa şayet, burada söz konusu yaşanmışlıkların ifadesinde ne gibi bir yenilik getirdiğine bakmak oldukça tutarlıdır, bu konuda yetersiz bulunduğu takdirde gerekli görülürse de « hah, sen benim 'insomnia günlükleri'mi bir gör de öyle yaz bunlari kolaysa » türünden aşırı kibirli ve ukala, ama sığ cümleler sarfedilebilir. yazarın orijinal olmayı ne pahasına olursa olsun kendine hedef edinip edinmediğini saptamayı tercih edenler de olabilir. fakat, bu yazının içeriğinin ve içerdiği izleklerin rahatsızlık verebileceğini ye yazarının ukalalıkla suçlanmasına sebep olabileceğini hiç sanmıyorum, bu tür tepkilerin nedenleri kesinlikle yazının içerdiklerinin dışında, büyük ölçüde çekememezlikte, kıskançlıklarda ve bilumum kişisel sebeplerde (suni de olsa hiçbir önemi yok) aranabilir. oldukça basit bazı temel prensipler üzerinde anlaşmak her ne kadar mevcut durumda mümkün gözükmese de, yazarlar, okuyucular ve yorumculardan belli bir seviye beklenen forumları kanalizasyona çevirenlerin « disiplinize » edilmeleri gerektiği bir gün kendilerine elbette söylenecektir, çok büyük ihtimalle de dolaylı yollardan.

Adsız dedi ki...

tek misin, bu olayı ilk yaşayan mısın bilmem ama fasfakirlikten(!) dolayı sattığımız kardeşim olma ihtimalin gün geçtikçe daha çok artıyor :pP

Sevi. dedi ki...

anlattıklarını yaşayan ve yine yaşayacak olan ilk ve tek insansın, başka türlüsü mümkün değil zaten, başkalarının bilemediği ve senin bildiğin gibi.

Sevi. dedi ki...

Mehmet, bu hayatta ne yapmalı?

Adsız dedi ki...

elestirileri duygusal savusturmak yersiz sanki.. kabul edelim gençler herkes bilio ki dunyadaki tek insan diil bunları tecrube eden.. e kendisi de farkında.

ama sanki sanata bakisimizi da etkilio bu gercegi reddedis ya da hemen kabullenis. sanatci bir yandan yasadigi cagin etkilerini urunlerine yansitirarak evrensellesirken diger yandan da bu etkileri en kiskirtici sekilde ileterek de bireysellesmektedir. yazdan miras insomniac haller cogumuz icin pek sıradan olsa da bazı şahıslar bu deneyimleri ööle bi anlatır ki of aman uykulardan kaldırırdı kitleleri. keşke yapsaydı.belki yapar.

farkliyim demis sovalye..ve kendisi farklilar grubuna sokmus. bu sekilde bireyselliginden odun vermis. uzulduk. burasi benim dunyam demis ama kac dunyaya hitap ederim orasına karismama getirmis. daha da uzulduk.
hele ki her olay farklıdır demis ki fen okuyanlar hemen kafa sallamistir. iste biz orda durduk. üzülemedik bile. kolektif bilincimizi uyandır derken biricikliği insomnia'nın yerine ikame ederek yine uyuyan dimağlara kıyamamış.dokunamamış.
kısacası dınını nını nını do-kun-dur!
yoksa üzülürüz tekrarvetekrar