28 Haziran 2009

5 yıl önce 10 yıl sonra...

tarihten, tarih tutmaktan, kişisel arşivlere dalıp onlar hakkında kişisel hikâyeler yazmaktan yeni bahsetmiştim, öyle hatırlıyorum. ben hâlâ aynı kafalarda takılırken kendi kendime, dün yine kendi tarihimle karşı karşıya geldim, ama bu kez arşive dalan ben değildim, o arşivde kendi kayıtları da olan çok yakın arkadaşlarımdı.

çok nostaljik bir adam olmadım hiçbir zaman, ama şu an içinde cup cup'lamakta olduğum duygu selini anlatmaya kelimeler bulamıyorum. boğaziçi'ne adım attığımdan beri elimden tutan, düşmemi engelleyen, ya da benle beraber düşen, gülen ve ağlayan, sarılan, bırakmayan bu insanlarla aynı karelerde ne çok dolaşmışım meğerse. ne çok öpmüşüm bu insanları, kendimden geçercesine. ne saçmalamışız hep beraber dört bir köşede.

unutmuş değildim, unutmamaya rağmen hatırlamak daha da acayip zaten, daha da acayipleştiren şey bu. bazı şeyler normalleştikçe, hayatlar daha 'anormal' eksenler tarafından kesildikçe, normalleşen şeyin önemi gündelik hayatlarımız içinde belirsizleşiyor sanki. "bak, buradayız, hâlâ, şimdi en güzeliz belki de" demek gerekiyor bazen.

çok karışık zamanlardı geride bıraktığımız, hâlâ karışık dünya kadar şey var. bütün bu karışıklıkta, hmm, siz nasıl diyordunuz, "inanan" evet, "buna inanan", en çok inanan birkaç insan için asıl olarak bu yazı. arşive inenler de onlar oldular, bizim için sürpriz bir hediyeydi bu arşiv çalışması ama, aslında arşive inenlerin onlar olması hiç de sürpriz değildi. arşivin her bir parçasına, ama en çok da arşivi açığa çıkartanlara, kocaman bir teşekkür bu yazı.


tu ge dır-tu ge dır-tu ge dır.....



25 Haziran 2009

kings of convenience baş ağrısına iyi geliyor

saatlerdir dibinde, pençesinde, anasonlu hatalarında, karanlık odalarında, ışıktan kaçmalarında, kafamı duvara vurmalarında, vücudumun başka yerlerine bilinçli zarar vermelerinde cebelleştiğim migrene bir tek kings of convenience iyi geliyor.

başka hiçbir şey değil.