tag:blogger.com,1999:blog-35751648489799501272024-03-14T08:00:33.440+03:00bir kış gecesi eğer bir yolcuand sometimes I play the fool.inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.comBlogger156125tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-66421090333199340432014-10-12T22:50:00.000+03:002014-10-13T00:00:04.895+03:00'oldu'<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">yukarıdaki kelimeyi ingilizce klavyeyle yazdım. artık yazdığım çokça şeyi ingilizce klavyeyle yazıyorum zaten. eskiden sinir olurdum yırtık dondan fırlayan noktalı ı'lara, çengelsiz ç'lere, yumuşayamayan ğ'lere. artık değil. eskiden sinir oldugum pek çok diğer şey gibi, bunu da yapar oldum. kimileri "karaktersiz" diyecektir, ben calvino diyorum: "insan her şeye sanıldığından çok daha kolay alışır."</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<i><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">kim arıyor diyeyim?</span></i><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">üç satır yazdım, bir calvino bir cohen alıntısı. üstelik bu alkollü bir blog yazısı. memleket ertan keskinsoy'un <a href="http://istifhanem.com/2014/10/10/fabrikaayarlarinadonus/">tabiriyle</a> fabrika ayarlarına dönerken, ben ve bir kış gecesi de mi dönüyoruz?</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">yok, değildir öyle.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">ama fabrika ayarlarında olan bir şey var. ekim mesela. ölüm getiren ekim. bana ölümler hakkında blog yazıları yazdıran ekim.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">ölüm.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">bu sefer türkçe klavyeyle yazdım. türkçe karakterlerle ingilizce karakterlerin pek de fark etmediği bazı durumlar varmış. beklenen ölümler böyle. telefondaki ses "oldu mu?" diye sordu mesela, ben türkçe karakterli duydum, söyleyen için de fark etmiyordu.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<i><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">evet, oldu. </span></i><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">yine ekim'de oldu. 2008 ekim'inde şöyle <a href="http://birkisgecesi.blogspot.com.tr/2008/10/hayat-ne-garip-lmler-falan.html">yazmıştım</a> vedat, eniştem, hakkında, çok uzaktan: "<span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; font-style: italic; line-height: 18.2000007629395px;">kelimelerden ve müzikten inşâ et onu yeniden, sarıl sonra, sarılamadığın tüm seferler için." </span></span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; font-style: italic; line-height: 18.2000007629395px;"><br /></span>
<span style="color: #333333;"><span style="background-color: #fefdfa; line-height: 18.2000007629395px;">yorum bölümünden cevap vermişti lütfü, eniştem, çok yakınından: <i>"</i></span></span><i><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">hangi kelimeler </span><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">ve hangi müzikle..."</span></i></span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">benim cevabım <i>death is not the end</i>'di, belki o zamanlar başucu albümüm murder ballads olduğu içindi -- belkisi yok elbette o yüzdendi.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">şimdi çok şarkı var aklıma gelen, çoğu ne zamandır dinlemediğim (ama bu yazıya elbette fon veren) leonard cohen'den, <i>who by fire</i> belki ama belki de <i>hallelujah </i>çünkü kutlanacak şeyler var ve onlar hatıralar.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><i>beni ilk kez berbere götürüşün</i>, mesela. ne oldu da bir anda sana hitap etmeye başladım, enişte? hatıralar mı böyle yapıyor? peki enişte, sence bu güzel bir kelime mi? daha önce hiç sorun etmemiştim ama senin hakkında düşündükçe --ki emin ol son haftalarda çokça yaptım bunu -- kulağımı tırmalar oldu bu kelime, enişte. arkadaşlığımızı anlatmaya yetiyor mu gerçekten? isminle hitap etsem olmaz mıydı sana, ya da sorunu tekrar edeyim, "hangi kelimelerle..."</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><i>ilk eylemim, </i>mesela, üstelik sınıf politikasıyla. 1. sınıfta, hani, aldığım harçlığı beğenmemiştin ya, grev yapmaya ikna etmiştin beni. pankartlar hazırlamıştık, boktan 93 yılında: "öğrenciyiz haklıyız söke söke alırız!" sonunda başarılı olmuştu grev, yükselmişti haftalık harçlığım, pankartları atma vakti gelmişti ama ben çok korkmuştum, 90ların çocuğuydum nasılolsa ama hoş 2010ların çocukları farklı mı olacak, parça pinçik etmiştim tüm pankartları, haksız mıydım ama enişte (bak yine aynı kelime), ya yakalansaydım polise?</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">bana öğrettiğin küçük hinlikleri, <i>saksıyı çalıştır</i>mamı istemeni, 100bine kadar saydırmanı, özden bey'e bana öğrettiğin numarayla tokat atmam üzerine beni azarlamanı, aile içinde ne zaman bir tartışma çıksa sana hak verdiğim anları, hepsini işte enişte, biliyorsun. öss'den önce herhalde 1 ay her gün okul çıkışında beni beslemeni, sonra bir gün, daha birkaç hafta varken sınava, "ee düşündün mü sınavın nasıl olacağını, tek tek her anını kafanda yaşadın mı, yapman lazım" demenle kestiğin nefesimi ve uykusuz geçirdiğim o geceyi, ama sonra sınavdan çıkmış taksiyle inönü stadı'nın yanından geçerken seni arayışımı "zordu enişte -yine o kelime- ama yaptım galiba" deyişimi falan, hep hatırlıyorum.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">nikahımdaki şahitliğini, sevdiğim kadınla öpüşürken hemen yanıbaşımda çırptığın elleri, o küçük güzel ellerini, ah enişte o ellerini ne çok öptüm biliyor musun bu hafta?</span><br />
<i><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></i>
<i><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">"dilediklerini yaptık...</span><br style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;" /><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">sarıldık...öptük...</span><br style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;" /><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">daha sıcaktı...</span><br style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;" /><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">ama nafile..."</span></span></i><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><i><br /></i>
diye not düşmüşsün vedat enişte hakkında yazdığım şeye. sen de sıcaktın. ateşin varken ellerin soğuyordu ama, gelip serum takıyorlar, sonra sen terliyordun. klasik şeyler işte, biliyorsun.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">"yok memetçim," demiştin "memleketin insanında diyalektik düşünme kabiliyeti yok ki." ağlamanın diyalektik bir şey olduğunu da ben senin sayende fark ettim, biliyor musun? bir insanın başka bir insanı sevmesinin, severken ağlamasının, ne kadar ağlatıcı bir şey olduğunu, belki kağıt üzerinde biliyordum ama, praksis mi desem, desem kızar mıydın acaba, her ne boksa, medicana hastanesi'nin 12. katında. "bana gamzelerini son kez göster misin lütfü?" cümlesinin ne biçim ağlattığını fark ettin, değil mi, ondan bahsediyorum işte.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">ve sonra o son an. sevdiğin kadının, teyzemin, seni öptüğü, senle son kez konuştuğu, benim hem onu hem seni tuttuğum, monitördeki değerlerin hızla düştüğü, alarmların çaldığı, hemşirelerin, doktorların içeriye koştuğu, bizim dışarıya çıkartıldığımız, birbirimize tutunduğumuz o an.</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">cohen diyor ki, gecenin 4'ü olmuş, clinton street'te müzik devam ediyormuş. istiklal caddesi'nde henüz saat 11'e gelmedi, gece daha çok genç, oysa sen demişsin ki, yine vedat enişte'nin ölümünde</span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;" /></span>
<i><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">"birazdan güneş yeniden doğacak</span><br style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;" /><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;">ve hep doğacak....."</span></span></i><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><i><span style="background-color: #fefdfa; color: #333333; line-height: 19.6000003814697px;"><br /></span></i>
<span style="color: #333333;"><span style="background-color: #fefdfa; line-height: 19.6000003814697px;">bilmiyorum enişte. yanılıyor olabilir misin acaba? doğacak mı güneş gerçekten? cohen de sana katılıyor, diyor ki, bir çatlak vardır her şeyde, ışık oradan sızar elbette, ama ondan da şüphe ediyorum ben, daha önce yaptığım gibi.</span></span></span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><span style="color: #333333;"><span style="background-color: #fefdfa; line-height: 19.6000003814697px;"><br /></span></span>
<span style="color: #333333;"><span style="background-color: #fefdfa; line-height: 19.6000003814697px;">of enişte, bu <i>oldu</i> mu hakikaten?</span></span></span><br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><span style="color: #333333;"><span style="background-color: #fefdfa; font-size: 14px; line-height: 19.6000003814697px;"><br /></span></span>
</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-EhB34AtY6GA/VDraBvWhlMI/AAAAAAAABbo/Y1Rglu-uQJw/s1600/alk%C4%B1s.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-EhB34AtY6GA/VDraBvWhlMI/AAAAAAAABbo/Y1Rglu-uQJw/s1600/alk%C4%B1s.jpg" height="213" width="320" /></span></a></div>
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-7ZAXCApe9XE/VDraBifterI/AAAAAAAABbs/Vi3SuEFb77c/s1600/lutfu.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-7ZAXCApe9XE/VDraBifterI/AAAAAAAABbs/Vi3SuEFb77c/s1600/lutfu.jpg" height="218" width="320" /></span></a></div>
<span style="color: #333333; font-family: Cambria;"><span style="background-color: #fefdfa; font-size: 14px; line-height: 19.6000003814697px;"><br /></span></span>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-46456982018651401302013-11-20T05:34:00.002+02:002013-11-20T05:58:37.004+02:00‘Pragmatik Sosyal Demokrat’ Sarıgül’e karşı adayım: Sosyalist Feminist Kshama Sawant<div class="MsoNormal">
(bu yazıyı yazmamla blog'a koymam arasında geçen sürede Sawant yarışı kazandı - yeyy. ama ben yazıda değişiklik yapmaya üşeniyorum)</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Yabancı ülkelerde
eğitim gören öğrencilerin, hele ki kendi ülkelerinin siyasi gündemine
fazlasıyla angaje olanlarının, yaşadıkları ülkenin siyasetine adapte olmaları
pek kolay olmuyor. Sözkonusu bir de yerel siyaset, hatta ‘Şehir Konseyi’nin tek
bir koltuğu için yapılan bir seçimse, Erdoğan’la, “kızlı-erkekli”
tartışmasıyla, Dimitrili – Yorgolu isim alternatifleriyle dolu olan kişisel
gündemin gözünden kaçması pek muhtemel. Doğrusu benim için de ABD’nin
Washington eyaletinde Kasım ayının başında yapılan seçimler biraz bu
nitelikteydi. Bir grup halinde yapılan seçimlerdeki belediye başkanlığı
yarışından – ve neticesinde toplumcu politikalarıyla bilinen başkanımızın, daha
şirket yanlısı bir tutum sözveren eşcinsel adaya </span><a href="http://blogs.seattletimes.com/politicsnorthwest/2013/11/07/mike-mcginn-concedes-mayors-race/"><span lang="TR">yenildiğinden</span></a><span lang="TR"> - ; Washington seçmeninin GDO’lu ürünlerin
etiketlenmesi tasarısını </span><a href="http://www.democracynow.org/2013/11/8/washington_state_vote_to_label_gm"><span lang="TR">reddettiğinden</span></a><span lang="TR"> ve son olarak, Sea-Tac Havaalanı’nda minimum 15
dolar ücret tasarısının </span><a href="http://money.cnn.com/2013/11/06/news/economy/minimum-wage-seatac-new-jersey/"><span lang="TR">geçtiğinden</span></a><span lang="TR"> haberdardım. Ancak aynı seçimler dahilinde,
Seattle City Council için yapılmakta olan seçimden ve ümit verici bir adaydan
habersizdim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-UA5AHZfzzUM/UowtU5zx2DI/AAAAAAAABOU/oE29st2tQS0/s1600/sawant.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="181" src="http://3.bp.blogspot.com/-UA5AHZfzzUM/UowtU5zx2DI/AAAAAAAABOU/oE29st2tQS0/s320/sawant.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"></span><br />
<a name='more'></a><span lang="TR"><br />Araştırınca, Kshama
Sawant’ın Bombay’den ABD’ye ilk olarak doktora eğitimi için gelmiş, North Carolina
Üniversitesi’nde yaşlıların işgücündeki varlığı üzerine bir tez yazmış,
şimdilerde Seattle Central Community College’da ekonomi dersi veren bir kadın olduğunu,
dahası 5 Kasım’da, Seattle’daki Occupy Wall St. deneyimine dayanarak, mahalle örgütlerinin, evsizlerin,
feministlerin, sendikaların desteğini almış biçimde ve Socialist Alternative
koalisyonunun adayı olarak, 16 yıldır City Council’deki koltuğundan ayrılmayan
Richard Conlin’in </span><a href="http://www.votesawant.org/"><span lang="TR">karşısına çıktığını</span></a><span lang="TR"> öğrendim. Üstelik, seçimlerin hemen ardından,
henüz sayma işlemi tamamlanmadan (mektupla oy verme süreci yüzünden burada oy
verme de sayma da haftalara yayılan bir süreç) Conlin kendini galip ilan etmiş
olsa da, yeni oylar geldikçe ivme Sawant’ın lehine dönmüş. Bu “geç açılma”nın,
Sawant’ın asıl seçmenlerinin, yani gençlerin, evsizlerin, uzun vardiyalarla
çalışan işçilerin, genel olarak geç oy vermeye yatkın olmalarının da etkisi
olduğu söyleniyor. Nitekim Sawant’ın hikâyesini bu sabah saatlerinde yeni
öğrenirken 41 olan fark, akşama doğru 400 olmuş </span><a href="http://www.thestranger.com/seattle/kshama-sawant-pushes-ahead-of-conlin/Content?oid=18201682"><span lang="TR">durumda</span></a><span lang="TR">. Sawant, Seattle tarihinin ilk sosyalist City
Council üyesi olmaya oldukça yakın, öyle gözüküyor [kazandı kazandı].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bunlar, Amerikan
siyasetinin ve ekonomisinin öğrenciler, yabancılar, işçiler için git gide daha
boğucu hale geldiği, şehirlerin hali hazırda parlak olmayan toplu taşıma
sistemlerinin bütçe kesintileri yüzünden yok olma eşiğinde olduğu bugünlerde,
biraz gülümseme, biraz nefes, biraz da ümit yaratıyor. Ama doğrusu bugün
karşılaştığım tek şey Sawant ve seçim hikâyesi olsaydı, oturup bu yazıyı kaleme
almazdım. Beni Sawant hakkında yazmaya ikna eden şey, Sawant hakkında yazılan
başka bir yazı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Dünyaca ünlü
ekonomi dergisi Forbes’un internet sayfasında, Alex Berezow imzasıyla iki gün
önce yayınlanan </span><a href="http://www.forbes.com/sites/alexberezow/2013/11/11/why-is-seattle-socialist-kshama-sawant-allowed-to-teach-economics/"><span lang="TR">yazı,</span></a><span lang="TR"> Sawant gibilerinin sistemde açacakları gediğin,
sembolik bile olsa, ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Yazı, ekonominin
çeşitli bilimsel bulguları olduğundan bahsederek başlıyor. Örneğin, diyor
Berezow, insanlar teşviklere iyi tepki verirler, daha iyi çalışırlar. “İnsan
davranışı hakkındaki bu tespit o kadar temel, o kadar açıktır ki, Harvard’lı
ekonomist Greg Mankiw’in ‘Ekonominin Temelleri’ kitabında da kendine yer
bulmuştur.” Oysa, Berezow’a göre, sosyalizm bunu asla anlamamış. Ve bu kadar
basit bir şeyi bile anlayamayan sosyalistler, inanmayacaksınız ama (!),
kendilerine üniversitelerde iş bulabiliyor, seçim yarışlarına girebiliyorlar.
Aynen şunu söylüyor Berezow: “Nasıl olur da en temel akademik bilgiyi reddeden
biri City Council yarışında kazanmaya bu kadar yakın olabilir? Daha da rahatsız
edici olan, nasıl olur da böyle inançları olan birine, ekonomi dersi vermesi
için izin verilir?” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Sosyalistler
seçimlere girmesin, üniversite kampüslerinden kovulsun derken, Berezow aslında
müthiş bir korkuyu yansıtıyor. ABD’nin en büyük 10 şehrinden biri bile olmayan
Seattle’ın (ve içinde olduğu Washington eyaletinin), senatörü, valisi, belediye
başkanı falan değil, 9 üyeli şehir konseyinden tek bir üyesinin, sosyalist,
beyaz olmayan bir kadın olma ihtimali, sistemin ideologlarının ve onların
Berezow gibi stajyerlerinin ödünü koparıyor. Merkezindeki eski binaları ve etraflarında
örülmüş orta/alt sınıf coğrafyalarını Amazon gibi şirketlerin emlak
spekülasyonlarına </span><a href="http://urbanplacesandspaces.blogspot.com/2012/01/neighborhood-changegentrification.html"><span lang="TR">kurban eden</span></a><span lang="TR">, toplu taşıması sistemine milyon dolarlık </span><a href="https://www.facebook.com/SaveKingCountyMetro"><span lang="TR">kesintiler</span></a><span lang="TR"> getirilmek üzere olan, ev kiralarının ateş pahası
olduğu ve evsiz nüfusunun git gide arttığı, informasyon kapitalizminin
başkenti, girişimcilik dininin tapınaklarından biri olan bu şehrin bir
sosyalisti seçmek üzere olmasının yarattığı korku o kadar büyük ki,
“sosyalistler üniversitelerde ders vermesin!” çığlıklarının atılmasına sebep
oluyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Çünkü,
kullanıcılarının her bilgisini devletle paylaştıkları sosyal ağları, göçmen
işçilerin, kadınların ucuz emeği üzerine kurdukları, gökdelenlerle taçlandırdıkları
bu ‘medeniyet’, aslında kağıttan bir ev. Temeli su alıyor, sert rüzgârlar
pencereleri uçuruyor. Kshama Sawant gibilerin nefesi bu rüzgârlara yenisini
ekleyecek diye korkuyorlar. Korkmakta haklılar. <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
Darısı
Türkiye’deki yerel seçimlerde, egemenlerden egemen beğenip ‘pragmatik’lerle
avunmak yerine, cümlesinde benzer bir korkuyu yaratacak ortak adaylarda
buluşmaya. </div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-6578177181201484722013-03-06T08:59:00.002+02:002013-03-06T08:59:58.314+02:00sonunda, fareler oyunda<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-0YnMwDY1Hsg/UTbpOMjXTiI/AAAAAAAABIc/Qh7qJX7IWgw/s1600/logomini.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="163" src="http://4.bp.blogspot.com/-0YnMwDY1Hsg/UTbpOMjXTiI/AAAAAAAABIc/Qh7qJX7IWgw/s320/logomini.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;"><br /></span>
<span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;">Fareler Oyunda, blog küllerinden bir online dergi olarak yeniden doğdu. İki (belki üç?) ayda bir yayınlanacak, hem browser’da ayrı blog postları olarak, hem dergi tasarımı ve bütünlüğüyle pdf (ya da afilli flash uygulaması) olarak okunabilecek bir dergiye dönüştü.</span><br />
<span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;"><br /></span>
<span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;">İlk sayının giriş yazısını okumak için </span><a href="http://www.fareleroyunda.com/editor1/" style="-webkit-transition: all 0.5s ease-out; border-bottom-color: transparent; border-bottom-style: dotted; border-bottom-width: 2px; box-sizing: border-box; color: #0090d3; font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px; text-decoration: none;" title="Editör’den">buraya</a><span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;"> tıklayabilir, ya da doğrudan dergiyi okumaya başlayabilirsiniz (</span><a href="http://www.fareleroyunda.com/flipbook/sayi1/sayi1.html" style="-webkit-transition: all 0.5s ease-out; border-bottom-color: transparent; border-bottom-style: dotted; border-bottom-width: 2px; box-sizing: border-box; color: #0090d3; font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px; text-decoration: none;">flash</a><span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;">, </span><a href="http://www.fareleroyunda.com/?wpdmact=process&did=MS5ob3RsaW5r" style="-webkit-transition: all 0.5s ease-out; border-bottom-color: transparent; border-bottom-style: dotted; border-bottom-width: 2px; box-sizing: border-box; color: #0090d3; font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px; text-decoration: none;">pdf</a><span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;">, </span><a href="http://www.fareleroyunda.com/category/dergi-2/sayi-1/" style="-webkit-transition: all 0.5s ease-out; border-bottom-color: transparent; border-bottom-style: dotted; border-bottom-width: 2px; box-sizing: border-box; color: #0090d3; font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px; text-decoration: none;">web</a><span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;">).</span><br />
<span style="font-family: 'Segoe UI', 'Lucida Grande', 'Helvetica Neue', sans-serif; font-size: 15px;"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-xMcI_p7JLa0/UTbo61zLW9I/AAAAAAAABIU/u2xOouKftpk/s1600/kapakson.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-xMcI_p7JLa0/UTbo61zLW9I/AAAAAAAABIU/u2xOouKftpk/s320/kapakson.jpg" width="249" /></a></div>
<br />
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-13821744591817433852013-01-14T11:28:00.000+02:002013-01-14T11:28:56.091+02:00kedi uzakta/fareler oyunda: bir oyun dergisi<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-PTmRSvQjIe0/UPPPOAXHf9I/AAAAAAAABH4/qLlaj7JfYII/s1600/osman+kanepe2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://2.bp.blogspot.com/-PTmRSvQjIe0/UPPPOAXHf9I/AAAAAAAABH4/qLlaj7JfYII/s320/osman+kanepe2.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">(sabretmem gerekiyordu biraz daha, ama bekleyemedim. aşağıdaki yazı, bir aksilik olmazsa fareler oyunda'nın şubat 2013 tarihli ilk sayısında -online olarak- yayınlanacak. dilerim heyecanıma, heyecanımıza katılırsınız, katkı verir, paylaşırsınız; oynayan farelerin sayısını beraber artırırız. burada gördüğünüz fotoğraf, dergiden bir görsel, osman özarslan'ın çektiği <i>'gönül tahtımız'</i>. kullanmamıza izin verdiği için osman abi'ye çok teşekkürler, katkı veren diğer tüm arkadaşlara da elbette.)</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span lang="TR">When cat’s away, the mice will play.</span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span lang="TR"><br /></span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Böyle diyor bir
İngiliz deyişi, yaklaşık 500 senedir. <i>Kedi
uzakta, fareler oyunda</i> diyerek, biraz serbest çevirmiş, temennimizi de işin
içine katmıştık, bir buçuk sene önce. Ve
devam etmiştik: <i>kedilerin kolay kolay
uzaklaşmayacağını, biz farelerin, kedilerle beraber, kedilere ragmen,
kedilerden saklanarak, kedileri kandırarak, kedileri oynayarak oynamak zorunda
olduğumuzu biliyoruz.<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Fareler Oyunda,
farklı bir oyun blogu olma amacıyla yola çıkmış; yerli ya da global oyun
sektörünün organik temsilciğine soyunmuş oyun dergilerinin ‘inceleme’ mantığını
reddederek, yerine oyun ‘eleştirileri’ ve ‘hikâyeleri’ koymayı önermişti. Bundan
daha da önemli bir amaç da, oyun denen şeyin günümüz dergilerinin sınırladığı
video oyunları ekseninin ötesinde, koca bir dünyaya, koca bir tarihe ait
olduğunu göstermek, oyuna ve oynamaya bir nefes alanı açmaktı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bu amaçlarımızı
ne kadar hayata geçirebildik bilmiyorum. Ama Fareler Oyunda bir blog olarak
miadını doldurdu, bizi yeni arayışlara itti. Ve geçen sürede hiçbir şey
başaramadıysak bile, birçok kişiyi böyle bir uğraşının bir anlamı olduğuna ikna
edebilmişiz ki, şimdi yanımızda çok daha fazla sayıda arkadaşımız var, çok daha
fazla fare, kedilerin uzaklaşması için fırsat kolluyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bu
arkadaşlarımızdan destek ve güven alan <i>Fareler
Oyunda Mag</i>, iki ayda bir yayınlanacak bir e-dergiye dönüştü. Yazıları hem <i>fareleroyunda.com</i>’da ayrı ayrı bulmak mümkün olacak, hem de bir
dergi tasarımıyla, bütün bir pdf olarak okuyup indirebileceksiniz. Önümüzdeki
zamanlarda özel bir tablet versiyonu da olacağını umuyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bu dergiyi, dünya
üzerine, hayat üzerine düşünen insanların okumasını istiyoruz. Bu dergiyi, oyun
üzerine düşünen insanların okumasını istiyoruz. Bu dergiyi, oyun oynayan
insanların okumasını istiyoruz. Çünkü insan, illa Huizinga’nın dediği gibi <i>Homo Ludens</i> (“oynayan insan”) olmasa da,
oyun oynuyor. Kendisini üreten, çevresini değiştiren pratikleri, oyun eksenini
de kesiyor. İktidar oyunlarla kuruluyor, oyunla direniyor insanlar. Oyunla
hikâyeler üretiliyor, oyun oynayarak aktarılıyor (<i>kartal kalkar ve dal salkar</i>, bildiniz mi?). Oyun her şey değil, ama
oyun her yerde. Oyunu savunmak gerekmez, ama oynama hakkını savunmak gerekir.
Oyun iyi ya da kötü değil, ama iyi ve kötü oyunlar var. Oyun tekil değil, çok
sesli, ve bu sesleri konuşmak gerek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Evet, biliyoruz,
kedi kolay kolay uzaklaşmayacak. Fareler yine de ne kadar oynayabilir, işte biz
bunu soruyoruz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bu sayıda oyun ve
mekân ilişkisini kapağımıza taşıdık. Farklı oyunların, mekânlarla nasıl bir
ilişkiye girdiğini anlamaya, oyunların mekânsal deneyimlerini deşmeye çalıştık.
Dosya dışında, her sayımızda bulacağınız oyun eleştirileri, hikâyeleri ve sabitleşeceğini
umduğumuz köşelerimiz var. Fareler Oyunda’ya siz de katkı sunmak isterseniz, </span><a href="mailto:fareleroyunda@gmail.com'a"><span lang="TR">fareleroyunda@gmail.com’a</span></a><span lang="TR"> yazabilirsiniz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Oyuna ve sormaya
katılın.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">K. Mehmet Kentel<o:p></o:p></span></div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-74742720384093521362012-12-11T16:08:00.002+02:002012-12-11T16:10:33.634+02:00alıntı günü<br />
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-4NWxrVBXApg/UMc9y2YeXOI/AAAAAAAABGY/2aj1rkVEcdM/s1600/al%C4%B1nt%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="266" src="http://2.bp.blogspot.com/-4NWxrVBXApg/UMc9y2YeXOI/AAAAAAAABGY/2aj1rkVEcdM/s400/al%C4%B1nt%C4%B1.jpg" width="400" /></a><br />
<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-hzguQcW9xlM/UMc9zaTH79I/AAAAAAAABGg/oJx20JrXl98/s1600/al%C4%B1nt%C4%B12.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="239" src="http://4.bp.blogspot.com/-hzguQcW9xlM/UMc9zaTH79I/AAAAAAAABGg/oJx20JrXl98/s320/al%C4%B1nt%C4%B12.JPG" width="320" /></a>şöyle bir şey hayal ediyorum. yazan, çizen, konuşan, konuştukça tepesindeki gürültü bulutunu şişiren; dipnotsuz, referanssız, alıntısız hayatlarına devam edemeyenler, bizler, periyodik olarak bir araya gelelim. hayır, konferanstan falan bahsetmiyorum. terliklerimizi ayağımıza geçireceğimiz, geometrik desenli halıya basacağımız, büyükçe bir orta sehpasının etrafındaki sandalyelere dizileceğimiz, koltuklara sıkışacağımız bir toplaşma. çay içip, börek, kurabiye, kısır, pasta yiyeceğiz. her seferinde farklı birimizin evinde. gelenlerin boş gelmeyeceği, yanlarında mutlaka bir alıntı getirecekleri bir gün: alıntı günü. alıntı biriktirmenin en iyi yolu. sonrasında tepe tepe kullanmak için. borges, marquez, calvino alıntılarımızı facebook'ta, twitter'da çar çur etmeden, kötü zamanlara saklamak için ideal.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://1.bp.blogspot.com/-P4-wfJWEIqQ/UMc90Qan5zI/AAAAAAAABGk/YR3xUl0VCKo/s1600/kuveyt_turk_altin_gunu_duzenliyor_h6340.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="200" src="http://1.bp.blogspot.com/-P4-wfJWEIqQ/UMc90Qan5zI/AAAAAAAABGk/YR3xUl0VCKo/s320/kuveyt_turk_altin_gunu_duzenliyor_h6340.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small; text-align: start;">düşünsenize, metis edebiyat şuna benzer bir ilan veriyor, ne kadar güzel.</span></td></tr>
</tbody></table>
<br />
buluşmak zor gelecekse bloglardan da yapabiliriz. o halıların, o kısırların tadını vermez ama, hiç yoktan iyidir.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
bu yazı biterken normalde buraya bir alıntı koyardım ama, saklıyorum. gelecek hafta muarrem beylerde toplanıyoruz, ona kısmet olacak inşallah.</div>
<div>
<i><br /></i></div>
<div>
<i>allah tuttuğunuzu alıntı etsin.</i><br />
<div>
<br /></div>
</div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-59478803064945487372012-12-06T23:11:00.001+02:002012-12-06T23:12:01.559+02:00kaybetmenin büyülü tınısı<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/WywIFyWyPTI" width="560"></iframe><br />
<br />
bu şarkı ve klibi karşısında büyülenmiş durumdayım. kaybetmeyi salık veren her şeye karşı ayrı bir sempatim olduğunu biliyorsunuz (biliyor musunuz?).<br />
<br />
<i>you got to lose sometime/</i><br />
<i>you've got nothing to lose this time.</i><br />
<br />
<a href="http://birkisgecesi.blogspot.com/2011/08/kaybetmenin-ahlak-uzerine.html">kaybetmenin ahlakı üzerine</a>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-53754476411476389142012-12-05T11:55:00.001+02:002012-12-05T15:47:35.302+02:00"Parası da bizden, tarihi de!"<br />
<div class="MsoNormal">
(<i>agos, derkenar, otuz kasım ikibinoniki</i>)</div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-6iMq98Sc530/UL8XrH-LuiI/AAAAAAAABGA/AJsC34QjCcQ/s1600/metin-hulagu.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img alt="Zenginim ve tarihim var. Genç kızları profilime beklerim." border="0" height="247" src="http://4.bp.blogspot.com/-6iMq98Sc530/UL8XrH-LuiI/AAAAAAAABGA/AJsC34QjCcQ/s320/metin-hulagu.jpg" title="" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">"Zenginim, tarih benim, televizyon işine de giriyorum; genç kızların aramasını bekliyorum."</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Aslında
Başbakan’ın ‘Muhteşem Yüzyıl’ pasına bir de ben şut çekmek istemiyordum, yer ve
gök her zamanki gibi onun açıklamalarına kilitlenmiş, iyi-kötü bir cevap verme
telaşında; yeni, farklı ne söyleyenebilir ki? Ama Türk Tarih Kurumu Başkanı M.
Metin Hülagü’nün HaberTürk gazetesine verdiği <a href="http://www.haberturk.com/gundem/haber/797865-abd-gibi-guzel-ve-seviyeli-filmler-yapin">demece</a> kayıtsız kalmak mümkün
değil. “ABD abartınca iyi yönden abartıyor, biz de öyle yapalım” diyerek tarihi
‘olumlu’ olarak çarpıtmayı öneren bir profesörün, geçtim ‘Türk’ Tarih
Kurumu’nun, bir üniversitenin tarih kulübünün başında bile olabilmesinin
garipliğini bir kenara bırakıyorum. Derdim Sayın Hülagü’nün “Yapımcılar gelsin,
tarihi de finansmanı da bizden” sözü. TTK’nın parasında gözüm yok ya, tarihiyle
ilgileniyorum.</span><br />
<a name='more'></a><span lang="TR"> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bir tarih dizisi
hayal ediyorum şimdi, “tarihi” TTK’nın hesabına yazacağım. Osmanlı’nın çöküş
dönemini anlattığım bir dizi projesi. Osmanlı topraklarındaki milliyetçi
hareketlerin en büyük sebebinin Avrupalı ve ABD’li misyonerlerin faaliyetleri
olduğunu anlatan, Osmanlı’nın Müslümanlar dışındaki tebaasının “unsur” olarak
tanımlandığı, özellikle Ermenilerin, İmparatorluk’un yıkılmasında “maşa” görevi
gördükleri bir dizi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Ermeni
‘meselesi’nin misyonerlik yüzünden başladığından şüphe duymayan, din
değiştirmeyi ayıp bir şey sayan, “Ermeni buhranı” hakkında kitap yazmayı devlet
düşmanlığına kanıt olarak sunan, “Türk’ü ve Türk’ün gücünü küçümseyen mağrur
bir tavır” takınanları asla affetmeyen kahramanlarının götürdüğü bir
prodüksiyon. <o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">1915’te olanlara
soykırım değil, “olay”, ya da belki “mütareke” diyen, misyoner kolejlerinde
okurken “zihinleri bulandırılıp, beyinleri Osmanlı idaresine muhalif ve menfi
fikirlerle doldurulduktan sonra mezun edilen”lerin idamlarını uzun sekanslarda
gösteren, “dış baskılardan dolayı ancak beşinin idam edilmesine” üzülen
karakterlerinin acılarını yakın planlarla izleyiciye aktaran bir duygu seli. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-Ue683J83taY/UL8Xqp-1X8I/AAAAAAAABF4/J8bkknPySQs/s1600/merzifon+amerikan+koleji.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" height="223" src="http://2.bp.blogspot.com/-Ue683J83taY/UL8Xqp-1X8I/AAAAAAAABF4/J8bkknPySQs/s320/merzifon+amerikan+koleji.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Merzifon Amerikan Koleji</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Dizinin en önemli
sahnelerinden birini kafamda oluşturdum bile. Sene 1921. Yer, “Pontusçuluk”
ihbarı üzerine arama yapılan Merzifon Amerikan Kolej ve Hastanesi. Aramada
silah veya cephane bulunamıyor. Ama seyircinin hayal kırıklığı kısa sürüyor.
Zira Kolej içinde “1904 tarihinden beri kurulmuş olan Pontus Kulübü adıyla bir
kulübün bulunduğu tespit ediliyor, 2 çuval Rumca ve İngilizce evrak ve
defterlerin yanında, ayrıca bu kulübe dair yönetmelikle, mühürler, Yunan
bayrakları ve Pontus arması, Osmanlı silahları ile donatılmış ve grup halinde
okulda çekilmiş birtakım fotoğraflar ve bir kısım önemli evrak elde ediliyor.” Kahramanlarımızın
böyle bir şeyi kabullenmesi mümkün mü? Asla! Okul kapanır, Rum öğretim
elemanlarının üçü, ‘bir kısım önemli evrak’ sebebiyle idam edilir. Seyircinin
coşkusunu düşünebiliyor musunuz?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Dizinin adına
henüz karar vermedim. Belki “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyoner, Ermeni, Terör
ve Amerika Dörtgeninde Türkiye” koyarım, ne dersiniz, Sayın Hülagü? Elbette bu
başlığın 2007’de “İslami Araştırmalar Dergisi”nde yayınladığınız <a href="http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/1e665336a1acfff.pdf">makaleye</a> ait
olduğunu dizinin girişinde belirteceğiz, zaten bu senaryo ve tırnak içinde
aktardığım her şey ‘sizin.’<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Fakat bir dakika,
bu dizi bir yerden tanıdık değil mi? Tarih zaten “sizden” değil miydi Sayın Hülagü,
zaten TTK değil miydi tarihi ‘abartan’, yüz yıldır? Yüz yıldır okuduğumuz,
dinlediğimiz, izlediğimiz tarih, sizin ‘tırnaklarınız’ arasında değil mi?
Lütfen artık boşverin, paranız ve tarihiniz sizin olsun; muhteşem ya da değil, bize
başka şeyler lazım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-ezWrj95qJqE/UL8ZbvOuk2I/AAAAAAAABGI/V_3djut5sOE/s1600/muhtesem-yuzyil-dizisi-final-video.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><img border="0" height="426" src="http://4.bp.blogspot.com/-ezWrj95qJqE/UL8ZbvOuk2I/AAAAAAAABGI/V_3djut5sOE/s640/muhtesem-yuzyil-dizisi-final-video.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">"Yüzyıllar sonra şu ifademi facepalm olarak kullansalar ya."</td></tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"></span></div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-26757384306646950352012-11-18T13:17:00.000+02:002012-12-05T11:43:14.017+02:00Ahlaki Kapitalizm: Kölelik karşıtı kampanyalardan fair-trade’e<br />
<div class="MsoNormal">
<i>(agos, derkenar, iki kasım ikibinoniki)</i></div>
<div class="MsoNormal">
<i><br /></i></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-UZwOEdP9yyY/UKjC-YNTp3I/AAAAAAAABCc/2BA2cTeDIuc/s1600/anti-slavery.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-UZwOEdP9yyY/UKjC-YNTp3I/AAAAAAAABCc/2BA2cTeDIuc/s320/anti-slavery.jpg" width="248" /></a><span lang="TR">Kölelik nasıl ki
Avrupa’nın sömürgeci deneyimiyle iç içe geçmiş bir olguysa, köleliğin
kaldrılması da genelde anti-kolonyal mücadelelerin bir parçasıymış gibi
düşünülür. Oysa kölelik karşıtı kampanyalar, sömürgeciliğin göbeğinde, hiç de
anti-kolonyal bir tona sahip olmadan başlamıştı. 1800’lerin başında, belki de
ilk modern ‘sivil toplum’ hareketini oluşturan kölelik karşıtı hareket,
Afrikalı kölelere karşı bir vicdan muhasebesini elbette barındırıyordu. Ancak
kampanyanın hızla yaygınlaşıp hükümet desteği de görmesi, Adam Smith sonrası
ekonomi anlayışının malların ve iş gücünün serbest dolaşımını kutsamasıyla;
kabuk değiştiren emperyalizmin, bir köle yerine bir ucuz işçi ve müşteri
kazanmayı daha kârlı bulmaya başlamasıyla yakından ilgiliydi.</span></div>
<a name='more'></a><o:p></o:p><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-CeLqhRR0Lmo/UKjDBeET-II/AAAAAAAABC8/y8ucQRuqS8Y/s1600/plakat20wftd2008.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="226" src="http://2.bp.blogspot.com/-CeLqhRR0Lmo/UKjDBeET-II/AAAAAAAABC8/y8ucQRuqS8Y/s320/plakat20wftd2008.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bu satırları,
‘fair-trade’ (adil ticaret) sertifikalı kahvemi yudumlarken yazıyorum. Başka
türlüsünü yapmak mümkün değil. Kahve Seattle’da bir çılgınlık, fair-trade ve
organik kahve akımlarının da başını 90'lardan beri gururla Starbucks’ın da
filizlendiği bu Pasifik şehri çekiyor. Fair-trade basitçe, üretilen kahvenin,
üretildiği koşulların ve kâr marjlarının belirli bir standartta olmasını
sağlamak üzere yola çıkmış bir hareket. Herkesin demokrasiden bahsettiği son
model demokrasimiz gibi, herkesin adil ticaretle geçindiği bir kapitalizm
burada gördüğümüz. Žižek’in “hayırsever kapitalizm” olarak nitelendirdiği bu
yeni tüketim modelinde, müşteriler artık sadece kahveyi tüketmiyor, aynı zamanda
etik davranmanın, yoksul üreticiler için bir şey yapmanın hazzını satın alıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-FJMlA1J5flI/UKjC_tyhNLI/AAAAAAAABCs/xz85BvnjP8k/s1600/antislavery.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-FJMlA1J5flI/UKjC_tyhNLI/AAAAAAAABCs/xz85BvnjP8k/s320/antislavery.JPG" width="305" /></a><span lang="TR">Girişte köleliğin
kaldırılmasından bahsetmem bundan. 1800lerdeki köleliğin kaldırılması hareketi
de çok benzer bir haz üretmişti Avrupa’da. Köle emeğiyle üretilen ürünlere, ama
özellikle şekere karşı büyük bir </span>kampanya başlamış, bazı ürünler ahlak
sıralamasında diğerlerinin üzerine çıkmış ve büyük bir pazara ulaşmıştı. Özellikle
İngiltere’de köle üretimi şekerin alternatifi olarak, yeni bir marka doğmuştu:
Hindistan şekeri. Hindistan’da üretilen şeker bir prestij sembolü olmuş,
kendilerini bu ahlaki prestijin parçası hissetmek isteyen hanımlar ve beyler,
bu prestiji daha iyi gösterecek hediyelik eşya pazarına da ön ayak olmuşlardı. Kölelik
karşıtı propagandayla Hindistan şekerini birleştiren bir görsellik, metal şeker
kutularında, yaka düğmelerinde, çini takımlarında kendine yer bulmuştu. Tıpkı
fair-trade bileklikleri, kupaları,
termosları, tişörtleri gibi...</div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Kölelik karşıtı
hareket nasıl ki köleliğin kendine yeni bir anlam bulduğu sömürgeciliği
sorgulamamış, hatta alternatif olarak yeni yükselmekte olan başka bir sömürge
coğrafyasını, Hindistan’ı öne sürmüşse, fair-trade’in de kapitalizmde ahlaki
bir yumuşatmaya yol açtığını bile söylemek zor. Kahve üreticilerinin gerçekten bu
anlaşmalardan kârlı çıktığı konusunda kesin bulgular olmadığı gibi, fair-trade
standartlarına ulaşmak için üreticilerin daha fazla masrafa girmek zorunda
kaldığı biliniyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-899BSkMIeF8/UKjC9uaxtRI/AAAAAAAABCU/syYkBmBbVMM/s1600/Fair_Trade_2c.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-899BSkMIeF8/UKjC9uaxtRI/AAAAAAAABCU/syYkBmBbVMM/s320/Fair_Trade_2c.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Ama böyle bir
karşılaştırmayı haklı çıkartan belki de en ilginç detay, çiftçilere şart koşulan
maddelerden birinin tüm çocuklarının okula gidiyor olma zorunluluğu. Sömürgeci düzenin
eğitim takıntısını bilen, sömürgeyi bir medeniyat ihracatı, ‘beyaz adamın yükü’
olarak pazarlayan sömürgecilerle tanışık olanlar için fair-trade’in ne kadar
adil olduğu oldukça şüpheli. Bunu McDonald’s’tan aldığımız çok adil
kahelerimizle tartışmaya devam edebiliriz. <o:p></o:p></span></div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-48051648123680541792012-11-03T02:03:00.001+02:002012-11-03T02:03:10.673+02:00Müjde! Demokrasi geliyor ABD’ye!<br />
<div class="MsoNormal">
<i>(agos, derkenar, oniki ekim ikibinoniki)</i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-xodcEuJwiOY/UJReW5pDQSI/AAAAAAAAA_s/nT28MwiE2Sw/s1600/obama-romney-2012_s640x427.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="213" src="http://1.bp.blogspot.com/-xodcEuJwiOY/UJReW5pDQSI/AAAAAAAAA_s/nT28MwiE2Sw/s320/obama-romney-2012_s640x427.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Lokal ve organik
bir kahveci bağırıyor: “Matt!”. ‘Matt’ benim, kahveciler ve müşterilerin ismini
ortalığa haykırmadan iş yapamayan (ve aklımıza Althusser’i getirip duran) diğer
tüm –cılar ve –ciler beni öyle biliyor. Kahvemi alıp dışarı çıkıyorum. Birkaç
üniversite öğrencisi bağırıyor “Merhaba, bugün nasılsınız?” Herkesin açılışı
böyle ama ben bu kalıba alışamıyorum, “bilmem, dün nasıldım ki?” diyemeden,
“seçimler için kayıt yaptırdınız mı?” diyorlar. “Oy kullanmıyorum”. Beni önce
affediyorlar “Olsun” diye, sonra teselli ediyorlar “size yine de iyi günler.”
‘Dünyanın en eski, en büyük demokrasi’sine kendi katkımı yapamadığım için, en
azından bugün üzülmeyebilirim, affedildim.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"></span></div>
<a name='more'></a><br /><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">İleride bir 7/11, ne lokal ne de
organik olan kahveleriyle seçim çalışması yürütüyor. Obama’ya oy verecekler
mavi, Romney’e oy verecekler kırmızı kartonlarda içiyor kahvelerini, 7/11 de
bunları sayıp (“evet, yudumlarınızı saydığımız doğru, hepsi demokrasimiz için”)
seçim tahmininde bulunuyor. Dükkanın önündeki elektrik direğine sarı bir A4
asılmış, “büyük şirketlerin değil, işçi sınıfının adayını destekleyin” yazıyor.
Sosyalist Eşitlik Partisi’nin adayı Jerry White’ın ufak bir resmi ve
destekçilerinin Seattle’da yapacağı toplantıların listesi. Kritik meseleleri
100 yıllık, bu meseleler hakkındaki pozisyonları belli, kurumsallaşmış ve ikiye
ayrılmış bir ülkede, başka bir dünya, başka bir Amerika önerenlerin esamesi pek
okunmuyor. Obama ve Romney’nin TV’de
buluştukları ilk ‘tartışma’da da elbette sosyalistlerin yeri yok. “Amerika’yı
bu kadar büyük bir ulus yapan şey, insanlarımızın yaratıcılığı” diyor Romney,
sağlık konusunda merkezi planlama olmasın, her eyalet kendi başının çaresine
baksın derken. Obama ise düzelmekte olan ekonomiyi “Ulusumuzun gücü ve
dayanıklılığı”na atfediyor, kimse grevdeki Chicago öğretmenlerinin gücünden,
dayanıklılığından, yaratıcılığından bahsetmiyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-2dfULwbX7Bc/UJRee7FiD8I/AAAAAAAAA_0/82eBaPnVOMk/s1600/chicago-teachers-strike-march.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="213" src="http://2.bp.blogspot.com/-2dfULwbX7Bc/UJRee7FiD8I/AAAAAAAAA_0/82eBaPnVOMk/s320/chicago-teachers-strike-march.jpg" width="320" /></a><span lang="TR"></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Okul kütüphanesi
tuvaletinin pisuarlarının üstünde bir ilan “En son ne zaman Anayasa’yı
dinlediniz?” diye soruyor. O sırada anayasa okumadığını biliyorum ama gözümün
önüne gelen tek görüntü Kenan Evren’in mikrofonlara elindeki bildirgeyi okuduğu
o siyah-beyaz film. Hayır, yakın zamanda anayasayı dinleme niyetim yok, ama
okul ısrarcı. Hazır seçim dönemindeyken ve herkes Amerikalılığını (Demokrat ya
da Cumhuriyetçi) yeniden sağlarken, dinlemekte fayda var, “herkesin silah sahip
olmaya hakkı vardır”. Kadınlar dahil, elbette. Okulun hemen karşısında Amerikan
Donanması’nın PR merkezi var. Camlarında hepsi bilimkurgu filmlerinden fırlamış
gibi duran resimler asılı, bir tanesinde pilot kaskı içinde bir kadın, “kadın
olmanın tanımını değiştirin” yazıyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Enis Batur
“Amerika büyük bir şaka sevgili Frank, ama ona ne kadar gülebiliriz?” diye
sormuştu. Kütüphaneden çıkıp “Ortadoğu’da neler oluyor” başlıklı bir toplantıya
gidiyorum. Profesörler ve öğrenciler, ABD elçiliklerine düzenlenen saldırıları
büyük bir şaşkınlıkla konuşuyor, süregiden işgaller küçük detaylar,
üniversitenin içinde dolaşan üniformalı öğrenciler ise, gelecek ay Afganistan’a
gidiyorlar. Obama ve Romney sağolsun, <i>emperyal,
gizemli ve tutku dolu bir düzenle/demokrasi geliyor ABD’ye </i>(L. Cohen).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/DU-RuR-qO4Y?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-80039088771701865022012-11-03T01:54:00.002+02:002012-11-22T23:00:29.058+02:00Bir Ufak Anadolu Yolculuğu <br />
<div class="MsoNormal">
<i>(agos, derkenar, otuzbir ağustos ikibinoniki)</i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Z8jiKtFdZ4k/UJRc0RZh9OI/AAAAAAAAA_U/Gf8CcqGxkhc/s1600/Zonguldakspor.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="http://4.bp.blogspot.com/-Z8jiKtFdZ4k/UJRc0RZh9OI/AAAAAAAAA_U/Gf8CcqGxkhc/s200/Zonguldakspor.png" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
Zonguldak’ı
seviniz. Denizi, dağı, balığı, sıkışmışlığı, Fener’i, fenere erişen dalgasını,
İstasyon mahallesi’ni, Kurum’u ve kurumu, isini, nemini, yokuşlarını, dar
sokaklarını, kalabalık çarşısını, “Atarlı mahallenin giderli çocukları” yazan
duvarlarını, aşağısını ve yukarısını, ama daha çok aşağısını, madenlerini,
madencilerini, The Wall’dan fırlamış Zonguldakspor amblemini, Meçhul Madenci
Anıtı’nı, seviniz. Sonra Eskişehir otobüsüne binip gidebilirsiniz.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<a name='more'></a><br />
<br />
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">***<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-sz2NtVqen1Q/UJRc_E5952I/AAAAAAAAA_c/_I3KQz389o4/s1600/%C3%B6de%C5%9F.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://2.bp.blogspot.com/-sz2NtVqen1Q/UJRc_E5952I/AAAAAAAAA_c/_I3KQz389o4/s320/%C3%B6de%C5%9F.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Eskişehir’in
Odunpazarı muhitinde restore edilmiş evler, içlerinde bazı hayatlar ve ‘lokal’
işletmeler: lületaşı ve cam satıyorlar. Sokakta kocaman bir bilboard, üstünde
beyaz saçlı, siyah bıyıklı bir bey, belediye başkanıymış, buyuruyor:
“Doğduğumuz topraklarla ödeşiyoruz”. Kelime seçimindeki talihsizlik, tesadüfi
mi? Şehir ve hafıza hakkında bildiğimiz şeyleri tersine çeviren bu kelimeler,
yerel mirasla olan ilişkisini ancak rövanşist biçimde kurabilen bir zihniyeti
açık ediyor olmasın? Doğmuş olmaktan mı pişmansınız, yoksa toprakların taşıdığı
ama sizin asla konuşamadığınız lanetlerin kokusu mu bu, kelimelerinizin arasına
sızan? Bunu düşünerek fesleğenli ayran içmek gerek; sonra da Eskişehir’in
‘Avrupalı’ parklarında dolaşmak, Orta Anadolu’ya kadar gelebilmiş denizle
övünmek, bu Orta Anadolu denizinin üstüne yerleştiriliverilmiş korsan gemisine
gülümsemek. Barlar Sokağı’nda nereye baksan Guinness var, ve evet, “İstanbul’da bunu bulamayanlar var”.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">***<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-72zCD3GrE6M/UJRdJJFA0lI/AAAAAAAAA_k/bPc34maS3fU/s1600/polatl%C4%B11.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://1.bp.blogspot.com/-72zCD3GrE6M/UJRdJJFA0lI/AAAAAAAAA_k/bPc34maS3fU/s320/polatl%C4%B11.JPG" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Yeni ve çirkin
tren garının boş duvarlarında bir kadının cevapsız çığlıkları, “Sincan yolcusu
var mı?”. Bozkırın ortasında, zamansızlığı bozan hızlı tren ve acelelerimiz.
F’sini italiklikten kaybetmiş, “Hede 2023” posterlerinde, Beyefendi’nin de
acelesi var belli, çocuk severken bile gözünde bir telaş. İstasyonun her
noktasından birkaç kere geçmeye yemin etmiş bir çocuk, üzerinde kot ceketi,
arkasında İngilizce şu yazıyor: “İyi bir komutanın yönetimi altında / kötü
asker yoktur”. Televizyonda ve ceket arkalarında stratejistler, güvenlik
uzmanları konuşuyor. Zorunlu askerliğini Polatlı’da yapan ve bize yokluğun
ortasından notlar paylaşan arkadaşım, acelesi olan komutan beyefendi, çocuk ve
2023’ü yakalamaya çalışan bir garip italik ‘F’, Polatlı’da kovalamaca oynuyor
şimdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">***<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Yüksek hızlı
tren, Meram Ekspresi’nin tıngır mıngırlığına alışan Konya Garı’na hızla
giriyor, oysa hayat Meram’da hâlâ eski yavaşlığında. ‘Meram bağları’ dağ değil,
havuzlu, yüksek duvarlı, Anadolu Kaplanları’na sayfiye hizmeti gören yerler
olmuş. Konya büyüyor, “arıtmada dünya lideri olmayı” amaçlayan bir belediye
şehre öncülük ediyor. Hayat kalitesi için pek ehemmiyetli olan arıtma
meselesindeki motivasyonunu bile dünyayla –kelimenin her anlamıyla - sidik yarıştırmakta bulan hırsı ayakta
alkışlıyorum, minibüslerde yer bulmak pek kolay değil. Kaplanlarla beraber
yükselen başka bir şey Mevlana imgesi: havaalanına giden yoldaki bilboardlarda
“Ne olursan ol yine gel” yazıyor, Mevlana’nın bunu kastettiğinden emin değilim,
ama fark etmez, nasıl olsa yine gelirim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bir ufak Anadolu
turu, “beşikler vermiş Nuh’a /salıncaklar, hamaklar”, ve birkaç görüntü, birkaç
kelime. Hindistan, Balkanlar, Berlin falan derken, bir kez de Anadolu’dan
bildirmiş olalım. Şimdi Seattle düşünsün, oradan bildireceğim bundan sonra,
herhalde. <o:p></o:p></span></div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-23386211920897126722012-07-30T16:01:00.000+03:002012-11-03T02:03:32.365+02:00Şeylerin Düzeni: Viva España!<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"></span></b><i><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12pt; font-style: normal; line-height: 115%;"></span></b></i><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"></span></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-VOuP1tN_x-E/UBaFEEY-rYI/AAAAAAAAA7E/B0G5j6PAwmQ/s1600/Wimbledon-ball-kid.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a></div>
<i>(agos, derkenar, yedi temmuz ikibinoniki)</i><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-qoGHekVJizE/UBaFGhLrn_I/AAAAAAAAA7Y/sb3lE0d8yCk/s1600/torres.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-eKMoHAg2V24/UBaFEy9MUXI/AAAAAAAAA7I/jcaFlbnTjaw/s1600/espana.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="208" src="http://3.bp.blogspot.com/-eKMoHAg2V24/UBaFEy9MUXI/AAAAAAAAA7I/jcaFlbnTjaw/s320/espana.jpg" width="320" /></a><span lang="TR">İki sene önce bu
zamanlarda, İspanyol futbolcuların fotoğrafları, ‘Viva Espa</span><i><span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-style: normal;">ñ</span></i><span lang="TR">a’ sloganları, onlara hafif ayar veren
“tamam Viva Espa</span><i><span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-style: normal;">ñ</span></i><span lang="TR">a ama, biraz da
Visca Catalunya değil mi?” laflarıyla doluydu her yer. İspanya 2010 Dünya
Kupası’nı kazanmış, finalde yendiği Hollanda’nın efsanesi Johann Cruyff “Ben
Hollanda bayrağını değil, Hollanda futbolunu tutuyorum, onu da İspanya oynuyor”
demişti. Cruyff’un tohumlarını 90’ların başında Barcelona’da attığı, bol pasa
ve çok paylaşıma dayanan ‘total futbol’una çağ atlatan Guardiola Barcelona’sına
dayanan İspanya, 2008’de de Avrupa Şampiyonu olmuştu ve tüm dünyada ‘iyilerin
kazandığı’na dair yaygın bir kabul vardı. Söz meclisten dışarı, futbolla öyle
pek alakası olmayan kimseler bile “güzel oyun” oynayan bu yakışıklı güruhu
profil fotoğraflarına yakıştırmakta hiç zorlanmamıştı.</span></div>
<a name='more'></a><br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Yine aynı dönem
geldi çattı. Euro 2012’yi de dominant bir oyunla kazanan İspanya, etrafı Viva
Espa</span><i><span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-style: normal;">ñ</span></i><span lang="TR">a’larla süsletti; ancak bu kez İspanyollar
‘iyiliğin son kalesi’ imajlarını biraz olsun kaybettiler. İspanya birçok kişi
tarafından ‘sıkıcı’ bir futbol oynamakla eleştiriliyor şimdi. Aslında total
futbolun ütopik hedefi olan santrforsuz oyunu turnuvanın büyük bölümünde
oynayan, topa inanılmaz yüzdeyle sahip olan ve devamlı pas yapan İspanya’nın,
oyun anlayışını değiştirdiğini söylemek zor. Belki de İspanya’nın en sevildiği,
‘hücum’, ‘total’, ‘güzel’, ‘romantik’, vb. futbol arayan herkesin aşığı olduğu
son yıllardaki futbolunu yeniden düşünmek gerekiyor. Daha önce“Barcelona’yı
neden tutmamak?” diye bir yazı yazmayı önermiş ama bunda yeterince ısrarcı
olamamış birisi olarak, bulduğum boş alanda biraz daha top çevirmek istiyorum.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR">Total futbol: Mutlak düzen</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-qoGHekVJizE/UBaFGhLrn_I/AAAAAAAAA7Y/sb3lE0d8yCk/s1600/torres.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="227" src="http://2.bp.blogspot.com/-qoGHekVJizE/UBaFGhLrn_I/AAAAAAAAA7Y/sb3lE0d8yCk/s320/torres.jpg" width="320" /></a><span lang="TR">Barcelona’da
Messi’nin mucizevi varlığıyla biraz saklı kalsa da, hem onlara hem de
İspanya’ya ruhunu veren futbol anlayışı futbol romantiklerinin hayranlığını
kazanırken bazı şeylerin atlandığını söyleyebilir miyiz? Örneğin Barcelona ve
İspanya’yı anlatırken sık sık kullanılan “makine gibi işleyen bir düzen”,
gerçekten bizim peşine düştüğümüz oyun olabilir mi? Bu turnuvada gördüğümüz,
dişlilerin daha da mükemmel biçimde çalıştığı ve böylece hiçbir tesadüfe,
hiçbir müdahaleye yer bırakmayan bir oyun değil miydi? Arsenal menajeri Arsene
Wenger “İspanya kendi felsefesine ihanet etti, eskiden bu çok paslı oyunun
hedefi gol atmaktı, artık gol yememek” diyor, haksız mı? Belki de öyle. Mükemmele
ulaşan her makine gibi, İspanya da artık sadece ve sadece kendi varlığının
devamını sağlayacak bir statükoyu sürdürecek etkinliğin peşinde. İspanya kendi
felsefesine ihanet etmiyor, tam tersine, onu o kadar iyi uyguluyor ki,
futboldan zevk almamızı sağlayan birçok hata unsuru, tesadüf, karşılaşmaların
yarattığı bilinmez kayboluyor. İspanya’nın güzelliği, kendi kendinin laneti
oluyor. Futbol romantiklerine, İspanya’nın topu paylaşmasının eşitlikçiliği bir
teselli armağanı kalıyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR">Çimleri aşınan turnuva: Wimbledon</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-VOuP1tN_x-E/UBaFEEY-rYI/AAAAAAAAA7E/B0G5j6PAwmQ/s1600/Wimbledon-ball-kid.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="210" src="http://2.bp.blogspot.com/-VOuP1tN_x-E/UBaFEEY-rYI/AAAAAAAAA7E/B0G5j6PAwmQ/s320/Wimbledon-ball-kid.jpg" width="320" /></a><span lang="TR">Neyse ki sporda
sürprizin ve hikâyenin bitmediği mecralar pek çok. Teniste, örneğin, Roland
Garros’un şampiyonları, erkeklerde dünyanın iki numarası Rafael Nadal ve
kadınlarda dünyanın bir numarası Maria Sharapova, şu an devam etmekte olan
Wimbledon’da erken turlarda elendiler. Bu yazı yayınlandıktan hemen sonra yeni
şampiyonların belli olacağı dünyanın en eski tenis turnuvasında muhteşem bir
mücadele yaşanıyor. Benim en heyecanla takip ettiğim hikâye Roger Federer’in,
kariyerinin sonlarında, efsane olduğu kortta yeniden şampiyon ve dünyanın bir
numarası olma çabası. Siz kendinize başka bir hikâye seçebilir, çimlerin 2
hafta sonunda ne kadarının sağlam kalabileceğini bile izleyebilirsiniz, bir
makine onu da standartlaştırana kadar – dünyada İspanya’dan daha ilginç çok şey
var.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-VOuP1tN_x-E/UBaFEEY-rYI/AAAAAAAAA7E/B0G5j6PAwmQ/s1600/Wimbledon-ball-kid.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"></a><span lang="TR"> </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-42050839276049273602012-07-30T15:51:00.002+03:002012-07-30T15:52:24.271+03:00Yüksek Lisans, Yüksek Sömürü?<br />
<span lang="TR"><i>(</i><i>agos, derkenar, yirmiiki haziran ikibinoniki)</i><i> </i></span><br />
<br />
<span lang="TR"><i> “Yüksek lisans öğrencileri köle emeği olarak
kullanılıyor”</i>. Geçtiğimiz günlerde bu başlıkla İngiliz gazetelerinde kendine
yer bulan bir araştırma, bizi Türkiye’deki üniversitelerindeki durumu
sorgulamaya itti. Özel üniversitelerin mantar gibi çoğaldığı, piyasa
koşullarının git gide daha belirleyici olduğu, YÖK’ün kontrol mekanizmalarının
etkisinin ise her zamanki gibi devam ettiği günümüzde, asistan olarak çalışan
yüksek lisans öğrencilerinin durumunu farklı okullardan öğrencilerle konuştuk. </span><br />
<a name='more'></a> <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-OoGcR2-J4x8/UBaCA-3kt8I/AAAAAAAAA60/k33aOEebzkw/s1600/sabanc%C4%B1.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Yıldız Teknik
Üniversitesi’nden ismini vermek istemeyen bir asistana göre en önemli sorun, kadro yapılarındaki
farklılık: “Asistanlardan bazıları geçici, bazıları kalıcı kadroyla işe
alınıyor. Aynı pozisyonu işgal eden iki asistandan biri gelecek kaygısı olmadan
çalışmalarına odaklanabilirken, diğeri kalıcı kadroya girebilmek için devamlı
bölümün ondan istediği üretimi sağlamak zorunda. Üstelik bu üretim, akademik
kadronun desteğinin çok yetersiz olduğu koşullarda da bekleniyor. Akademik ve
psikolojik desteği geçin, kırtasiye altyapısının bile sağlanamadığı koşullarda,
öğrencilerin uluslararası yayınlara üretim yapması şartı koşuluyor.”</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-OoGcR2-J4x8/UBaCA-3kt8I/AAAAAAAAA60/k33aOEebzkw/s1600/sabanc%C4%B1.JPG" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-OoGcR2-J4x8/UBaCA-3kt8I/AAAAAAAAA60/k33aOEebzkw/s320/sabanc%C4%B1.JPG" width="239" /></a><span lang="TR">Sabancı
Üniversitesi’nden Çiçek İlengiz’le, bu meseleler Sabancı için özellikle
güncelken konuştuk. Yüksek lisans öğrencilerine yol yardımı olarak verilen ama
öğrencilerin başka giderleri için de kullandığı 500 TL’nin, servis kartlarına
yüklenme kararı üzerine okul daha once görmediği türden bir mobilizasyonla
karşılaşmıştı. “Kampüste kalmamızı teşvik etmek adına yapıldığı belirtilen bu
değişiklik, disipliner bazlı mekansal ayrışmanın yoğun olarak hissedildiği
kampüste asistanları bir araya getirdi. Kampüsün ortasında Graadhane adını
verdiğimiz bir alan açtık ve kampüs hayatının dizayn edildiği tüketim odaklı,
steril biçime içeriden bir müdahalede bulunduk. Bunun üzerine geri adım atan
yönetim, uygulamadaki değişikliği yeni gelen öğrencileri kapsayacak şekilde
daralttı. Ama 1 Mayıs’ta ‘Lisansüstü
asistan hani senin sendikan’ pankartlarıyla yürüyen bizler için bu yeterli değil.
Asistanlarının kazandıkları paranın bir lütuf olarak değil, yaptıkları işin
karşılığı olduğunun değiştirilemez biçimde kabul edilmesini istiyoruz.” </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"> </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Geçtiğimiz
yıllarda çalışanların sendikalaşmasıyla özel üniversiteler arasında ayrı bir
yer edinen Bilgi Üniversitesi’nde de işlerin çok iyi olduğunu söylemek zor. Elif
Akgül, asistanların durumunun ‘çalışan öğrenci’ statüsüne yakınlaştırılmasından
dem vuruyor: “Asistanların iş güvenceleri ellerinden alınmış durumda. Yıllık
zam, kıdem tazminatı gibi haklardansa bahsedilmiyor. Eğitim Asistanlığı, 6+1
bahanesiyle işlerinden çıkarılan kadrolu asistanların yerini dolduran ucuz iş
gücü odaklı bir çözüm haline geldi. Bu dönüşümün bir üniversite şirketi olan
Laurete’in Bilgi’yi satın alması sürecinin bir parçası olarak görmek gerek.
Sosyal İş Sendikası’nda örgütlenmeye başlayan çalışanlarının başlıca talepleri
toplu sözleşme ve iş güvencesiydi, Laurete’in hedefiyse bu taleplerin önüne
geçmek.”</span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-UCKLzAFZZtk/UBaB_enudfI/AAAAAAAAA6s/PmJ8x9VdNGI/s1600/8_mayis_bilgi_univ.eylemi_002.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://2.bp.blogspot.com/-UCKLzAFZZtk/UBaB_enudfI/AAAAAAAAA6s/PmJ8x9VdNGI/s320/8_mayis_bilgi_univ.eylemi_002.jpg" width="320" /></a><span lang="TR"> </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Farklı okulların
kendine özgü koşulları, ayrı sorunları gündeme getiriyor ama genel resim çok da
karışık değil. Karar süreçlerine katılımı olmayan, kârlılık ve keyfilik
esaslarıyla haklarında kararlar alınan, yerleri değiştirilebilir ucuz iş gücü
olarak görülen ama bir yandan da akademik üretime katılması beklenen yüksek lisans
öğrencilerinin hali, dünyanın geri kalanından pek farklı değil. Akademik
kadroların, fiziki çevrenin, kütüphanelerin yetersizliği de tuz biber olsun.
“Anlatılan senin hikâyen”, ama anlatacak akademisyen kalacak mı, orası meçhul. “Meçhul
asistan anıtı”, yakında, yurt çapında üniversite meydanlarında.</span></div>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-91874103810423212872012-05-03T18:50:00.000+03:002012-05-03T18:54:17.590+03:00The Legend of Korra, son umut bükücü<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-jAPVoVzZtCY/T6KkDZ-hgUI/AAAAAAAAA50/zrEJi4jSTl0/s1600/lok_lk_grp_004p.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span lang="TR">(</span><span lang="TR">agos, derkenar, yirmiyedi nisan ikibinoniki)</span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR"><br /></span></b></i></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Fe3YEOea8UU/T6KkEVdmWoI/AAAAAAAAA54/HLLmwxQJ9Z4/s1600/republiccityart.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-BJwVKxNgJe0/T6KkqPanCdI/AAAAAAAAA6E/13EEXkjBpag/s1600/Avatar_Legend_of_Korra.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="http://4.bp.blogspot.com/-BJwVKxNgJe0/T6KkqPanCdI/AAAAAAAAA6E/13EEXkjBpag/s320/Avatar_Legend_of_Korra.jpg" width="320" /></a><a href="http://2.bp.blogspot.com/-VO-m1yH7KpQ/T6KoUbV4x9I/AAAAAAAAA6Q/hdy5nglNbqQ/s1600/aang1.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"></a><span lang="TR"><i>“Keşişler umudun
sadece dikkat dağıtıcı bir şey olduğunu söylerlerdi.”</i> Eşitlik, özgürlük,
ezilenlerin hakları için uğraşan siyasetçilerin dilinde “umut” kelimesini her
duyduğumda, her içi umut dolu yalan (“Bu topraklarda hiçbir kötülük yapanın
yanına kalmamıştır”dan başlayın, “Zafer direnen emekçilerin olacak”a gelene
kadar birçok başka slogan geçeceksiniz) meydanlarda haykırıldığında aklıma gelen bu
sözler, bir çizgifilmden. Yaşayan son ‘uçan-bizon’u, en iyi arkadaşını, 100
yıllık geçmişinden ona kalan son şeyi kaybeden, son hava-bükücü Avatar Aang,
kendisine hâlâ umut olduğunu, her şeyin iyiye gideceğini söyleyen arkadaşlarına
böyle diyordu. </span><br />
<a name='more'></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-VO-m1yH7KpQ/T6KoUbV4x9I/AAAAAAAAA6Q/hdy5nglNbqQ/s1600/aang1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Uzakdoğu
esintili, Amerikan menşeli <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Avatar: The
Last Airbender</i>’ı<i style="mso-bidi-font-style: normal;"> </i> (James Cameron’ın hormonlu Pocahontas çakması
Avatar’ıyla karıştırılmasın) izlemek, izlemenin de ötesinde aşık olmak için
umuda esir düşmemiş siyaset tahayyüllerinin peşinde koşmak gerekmiyor elbette. 2005-2008
yılları arasında gösterilen bu enfes çizgifilm (anime demeyin, anime
fanatikleri kızıyor), her yaştan milyonlarca insanı kilitlemişti. 4 ana element
ve o elementleri ‘bükme’ gücüne sahip bükücüler ekseninde kurulmuş bir dünyada
geçen, totaliter ve yayılmacı bir rejimle yönetilen Ateş Ulusu’nun tüm dünyayı
ele geçirme çabalarına karşı koyan bir grup gencin maceralarını anlatan <i style="mso-bidi-font-style: normal;">The Last Airbender</i>, hem çok güzel
resmedilmiş, hem de çok güzel yazılmış, heyecanlı ve esprili bir yapımdı. </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-jAPVoVzZtCY/T6KkDZ-hgUI/AAAAAAAAA50/zrEJi4jSTl0/s1600/lok_lk_grp_004p.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-jAPVoVzZtCY/T6KkDZ-hgUI/AAAAAAAAA50/zrEJi4jSTl0/s1600/lok_lk_grp_004p.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-SHn_jecIceE/T6Kp7rDnEzI/AAAAAAAAA6Y/VkpnHS_Kp8c/s1600/aang1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://1.bp.blogspot.com/-SHn_jecIceE/T6Kp7rDnEzI/AAAAAAAAA6Y/VkpnHS_Kp8c/s320/aang1.jpg" width="320" /></a></div>
<span lang="TR">Genç Avatar Aang
ve arkadaşları Ateş Kralı Ozai’yı yendikten, dünya halklarını özgürlüğe
kavuşturduktan sonra 70 yıl kadar geçmiş, yüzyıl süren savaş bittikten sonra
hızlı bir kalkınma yaşanmış, sanayii devrimi gerçekleşmiş, büyük şehirler
kurulmuştur. Uluslar arası bir savaş yoktur, ama sınıf çatışmaları tam gaz
gitmektedir: bükücülerin sosyal statüsüne karşı isyan eden “eşitlikçiler”,
işleri kızıştırmaktadır. Korra adında bir subükücü, yeni Avatar olarak dünyaya
“dengeyi” getirmeye çalışacaktır. İlk serinin devamı olan The Legend of Korra,
işte böyle başlıyor. Nisan ortasında başlayan ve şu ana kadar üç bölümü
yayınlanan yeni seri, eskisine göre çok daha farklı bir atmosferde, bir
metropolün göbeğine geçiyor ve ekseninde çok farklı gerilimler var. Ama ilk
seriye özgü o ince mizah yerli yerinde, hikâye daha güçlü duruyor ve farklı ama
çok başarılı bir görsellik sayesinde Korra’ya da şimdiden bağlandım. </span><br />
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-jAPVoVzZtCY/T6KkDZ-hgUI/AAAAAAAAA50/zrEJi4jSTl0/s1600/lok_lk_grp_004p.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="201" src="http://3.bp.blogspot.com/-jAPVoVzZtCY/T6KkDZ-hgUI/AAAAAAAAA50/zrEJi4jSTl0/s320/lok_lk_grp_004p.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; mso-outline-level: 6;">
<span lang="TR">Korra’nın daha
çok yolu var, ama şimdi Aang’in yoluna dönmek istiyorum. Aang umut hakkında o
büyük lafı ettikten sonra, önceki yıkıcı öfkesi yerini sakin bir kızgınlığa ve
mutsuzluğa bırakıyordu. Kızgınlığımızı umuda aktardığımız, mutsuzluğumuzu
geçmişin “hiçbir kötülüğün yapanın yanına kâr kalmadığı” güzel günler uğruna
rafa kaldırıldığımız geleneksel siyaset yapma biçimimize bir alternatifi,
Aang’e kaybettiği dostunu nihayetinde getiren o üretken (u)mutsuzluğunda
bulabilir miyiz? Bilmiyorum, her köşe başında umut aradığımız bu “ahir
zamanlarda”, kim böyle bir reçeteyi sahiplenmek ister ki? Ben bu yazıyı
yazarken, ekranımın köşelerinden birinden bir arkadaşım, Walter Benjamin’den
paylaştı: <i>“Eski güzel günlerin değil, gelecek kötü günlerin üzerine inşa et.”</i>
İnşa edilecek her neyse, hem köşelerden çıkan toza, tortuya, hem de yaşayacağımız
kötü günleri görüyor ve onlardan pek de hoşlanmıyor oluşumuza ihtiyaç var,
sanki. Ama çizgifilmler iyidir. The Legend of Korra, Nickolodean’da. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Fe3YEOea8UU/T6KkEVdmWoI/AAAAAAAAA54/HLLmwxQJ9Z4/s1600/republiccityart.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="170" src="http://4.bp.blogspot.com/-Fe3YEOea8UU/T6KkEVdmWoI/AAAAAAAAA54/HLLmwxQJ9Z4/s320/republiccityart.jpg" width="320" /></a><span lang="TR"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="tab-stops: 183.75pt;">
<span lang="TR"> </span></div>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-56335697308041493692012-04-11T16:39:00.001+03:002012-04-11T16:39:29.588+03:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-WPHJTcKcNwQ/T4WJFRhDK3I/AAAAAAAAA30/sMxEgWH_YEY/s1600/The_Menaced_Assassin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-WPHJTcKcNwQ/T4WJFRhDK3I/AAAAAAAAA30/sMxEgWH_YEY/s1600/The_Menaced_Assassin.jpg" /></a></div>
<blockquote class="tr_bq">
Concerning this a man once said: <i>Why such reluctance? If you only followed the parables you yourselves would become parables and with that rid of all your daily cares.</i><br />Another said: <i>I bet that is also a parable.</i><br />The first said: <i>You have won.</i><br />The second said: <i>But unfortunately only in parable.</i><br />The first said: <i>No, in reality: in parable you have lost.</i></blockquote>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-87526897724723551002012-04-10T10:46:00.000+03:002012-04-11T10:31:02.429+03:00Türk Pasaportu/Musevi Müzesi<br />
<br />
<div class="MsoNormal">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-jibRz2kId0w/T4Pffg6N_yI/AAAAAAAAA3k/qV1_CapjgfE/s1600/m%C3%BCze.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="http://4.bp.blogspot.com/-jibRz2kId0w/T4Pffg6N_yI/AAAAAAAAA3k/qV1_CapjgfE/s320/m%C3%BCze.jpg" width="320" /></a><span lang="TR">(agos, derkenar, otuz mart ikibinoniki)</span></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Karaköy’de dar,
karanlık bir çıkmaz sokak, Perçemli. Sokağın ucunda eski bir sinagog, Zulfaris.
Kendi cehaletimden, muhakkak, daha önce duymadığım, ama saklanmışlığının da
payı olsa gerek, kendisini de pek duyurmayan bir müze, ‘500. Yıl Vakfı Türk
Musevileri Müzesi’. </span><br />
<a name='more'></a><span lang="TR">Müze’ye girerken aklımda müzenin internet sitesinde
okuduğum ‘Amaç’ bölümü var: “...700 yıllık bir beraberliğin öyküsünü,
etkileşmeyi ve Türk Ulusunun insancıl hoşgörüsünü, tarihi belgeler, bilgiler ve
objeler desteğinde, yurt içinde ve dışında tanıtmaktır.” Kulaklarımda bu ‘amaç’
yankılanırken geziyorum Müze’yi. Yahudilerin Anadolu’daki tarihi varlıklarıyla
başlıyor hikâye, Osmanlı’nın Bursa’yı fethiyle resmi tarihimizin içinde kendine
sıcak bir yuva buluyor ve ilerliyor: Engizisyon’dan kaçan Sefarad
Yahudileri’nin Osmanlı topraklarına kaçışı, II. Beyazıd’ın sözleriyle
“İspanya’nın fakirleşmesi, Osmanlı’nın zenginleşmesi” ve yüzyıllarca süren
‘etkileşim’, ‘hoşgörü’. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Müze’nin anlatısı
iki eksen etrafında dönüyor. Birincisi, Türklerin ne kadar yüce gönüllü ve
hoşgörülü bir ‘evsahibi’ oldukları. İkincisi, Yahudilerin Türk toplumuna
kazandırdıkları, ve bu kazandırdıkları sayesinde Türkiye topraklarındaki
varlıklarının meşrulaştırılması. Oysa bu ‘evsahipliği’ ve ‘Yahudilerin
katkıları’ söylemi, tam da bir yabancılığa, eğretiliğe, içeride hissetmemeye ve
güvensizliğe işaret ediyor. Ürkek, çekingen bir “Biz de buradayız” fısıltısı
Müze’ninki, “Merak etmeyin, hiçbir zararımız yok, size birçok katkımız oldu,
zaten siz de hep çok iyi insanlardınız ve bizi çok iyi ağırladınız” diye devam
eden. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Ufak sergi salonundaki
anlatı, en son ‘Türk Pasaportu’ filminde de anlatılan bildik hikâyeyi, Holokost’tan
kaçan Yahudilerin Türk Büyükelçiler tarafından kurtarıldığını, Türkiye üniversitelerinin
Yahudi Profesörleri ağırladığını anlatarak bitiyor. “Aynı anda Avrupa’da”
başlıklı pano, toplama kamplarında esir düşenleri gösteriyor, “aynı anda
Türkiye’de” olanların gayet iyi olduğu konusunda yüreğimizi ferahlatarak. Oysa
Türkçe’de yeni yayınlanan ‘Türkiye, Yahudiler ve Holokost” kitabında Corry
Guttstadt’ın anlattığı gibi, Türkiye o dönemde Avrupa’da yaşayan yaklaşık 5000
Türkiye Yahudisini vatandaşlıktan çıkartmış, bunlardan 3000’i toplama
kamplarına gönderilmişti. 1942’de, Nazi
zulmünden kaçan yüzlerce Yahudi’yi taşıyan SS Struma gemisi aylarca Boğaz’da
bekletilmiş, yolcuların karaya çıkmasına izin verilmemiş, motoru bozulan gemi
İstanbul’dan çıkartılıp başı boş bırakıldıktan birkaç saat sonra Sovyet
torpidolarınca </span><a href="http://4.bp.blogspot.com/-J6caFU1tXiQ/T4Pf2aFhGCI/AAAAAAAAA3s/-lXozrPLKCI/s1600/struma.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="119" src="http://4.bp.blogspot.com/-J6caFU1tXiQ/T4Pf2aFhGCI/AAAAAAAAA3s/-lXozrPLKCI/s320/struma.jpg" width="320" /></a><span lang="TR">patlatılmıştı. Yine aynı yıl çıkartılan Varlık Vergisi, ‘milli
burjuva’ yaratmanın bir aracına dönüşmüş, Yahudiler, diğer Müslüman olmayan
azınlıklarla beraber varlıklarından edilmiş, birçoğu sürgüne gönderilmişti.
Müze’de bunlar olmadığı gibi, Avrupa’da Türk Büyükelçiler tarafından
kurtarılabilecek Türkiye vatandaşı Yahudiler olmasının sebebi de anlatılmıyor.
Başta 1934’teki ‘Trakya Olayları’, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan birçok
olay Türkiye Yahudileri’ni daha güvende olacaklarını düşündükleri Avrupa’ya göçe
zorlamıştı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"> </span><span lang="TR"> </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">Bu eksik,
çarpıtılmış, devlet resmi tezleri içinde şekillenmiş anlatı, Yahudilerin
Türkiye’deki varlığını, “Türk ulusunun insancıl hoşgörüsü”ne armağan ediyor;
aynı ilköğretim öğrencilerinin varlıklarını ‘Türk Varlığı’na armağan etmesi
gibi, uysa da ediyor, uymasa da. Aslında başka hiçbir lafa gerek yok. Binanın tarihçesinde
1985’e geldiğimizde, “çevrede ikamet eden cemaat yokluğundan” sinagogun kapandığını
öğreniyoruz. Türk sevdi mi böyle seviyor işte, sevilcek insan kalmayana kadar
seviyor, bu sevgi seline hiçbir cemaat dayanamıyor. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-42206290167791520902012-03-26T14:45:00.000+03:002012-03-26T23:29:52.060+03:00Yeni Türk Lirası: Bir Ermeni Hatırası<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-pTWsXm00W-c/T3BWXLoxNQI/AAAAAAAAA3M/Wmcioh01oco/s1600/te+le+-+dram.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="290" src="http://1.bp.blogspot.com/-pTWsXm00W-c/T3BWXLoxNQI/AAAAAAAAA3M/Wmcioh01oco/s320/te+le+-+dram.jpg" width="320" /></a><a href="http://1.bp.blogspot.com/-pTWsXm00W-c/T3BWXLoxNQI/AAAAAAAAA3M/Wmcioh01oco/s1600/te+le+-+dram.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR">(agos, derkenar, onaltı mart ikibinoniki)</span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR"></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<h4>
<span style="font-size: small;"><i><span style="line-height: 115%;">“…nakledilen
ahalinin alâka-ı mülkiyet ve tasarrufu kalmamasını temîn…”*</span></i></span></h4>
</div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR">Baştan
söyleyeyim, bu bir komplo teorisi yazısı değil. Bu konuyla ilgili benzerlerini
okuduğunuz varsayımlar, “böyleyken böyle olmuş”lar, “bak bak kesin şöyle”ler bu
yazıda yer almayacak. Ama bu bir komplo yazısı, orası doğrudur. Bu topraklarda
yaşanmış en büyük komplonun cüzdanlarımızdaki izini anlatıyor.</span></span></div>
<a name='more'></a><br />
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR"></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR"></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR"> Türk Lirası’nın
yeni simgesi tanıtıldı, malumunuz. Hepsi birbirinden farklı, birbirinden
yaratıcı seçenekler arasından bir tanesi ipi göğüsledi, yakında cüzdanlarımıza
da girecek. Çok yorum yapıldı, aslında Başbakan’ı simgelediği, Illuminati’nin
yine bir oyun peşinde olduğu bile dillendirildi. En fenası, ve aslında gerçeğe
tek parmak basanı, en sonda geldi: TL'nin yeni simgesi, Ermenistan para birimi Tram’ın
neredeyse kusursuz bir ters simetriğiydi. Bu, elbette, bir tesadüftü.
Tesadüfler ise, bastırılmış toplumsal hafızalarında ne acıları saklayan
topraklarda, çok şey anlatıyordu.</span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR">Türkiye’nin
modernleşme hikâyesi, milyonlarca insanı öldürmüş, yerinden yurdundan etmiş
olmasının yanı sıra, mülkiyetin de el değiştirmesinin hikâyesi. Osmanlı’nın
Türk ve Müslüman olmayan tebaasının mallarına el koyulması, Ermeni Soykırımı ve
öteki etnik unsurlara karşı işlenen diğer suçların bir sonucu değildi sadece,
aynı zamanda bu suçların arkasındaki önemli bir motivasyondu. Önce son
yıllarını yaşayan Osmanlı, sonrasında da Cumhuriyet, ama herhalükarda Türk ve
Müslüman devlet, o malları kendi himayesine aldı, envanterini çıkarttı, değer
biçti, kendi elinde tuttu ya da Türk ve Müslümanlara, yani ‘<i>asil unsur</i>’a dağıttı – aslan payını İttihatçı
ve Kemalistler’in krem tabakasına ayırarak. Ülkeyi kurtaracak orta sınıflar, ‘<i>milli burjuvazi’, </i>işte bu yolla
yaratıldı. Lise kitaplarında okutulan İktisat Kongreleri, Devletçi ya da Pazar
ekonomisi arasındaki seçimler, tartışmalar, üzerine konuşulacak bir ekonomik
varlık olmasaydı hiçbir şey ifade etmeyecekti, bunu da Gayrimüslimlerin
malvarlığı sağladı. Mustafa Kemal’in bu meseleleri kurmaylarıyla tartıştığı
‘sofra’nın bulunduğu Çankaya Köşkü bile, neticede, el koyulan bir Ermeni
malıydı.</span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR">Bu haliyle,
Modern Türkiye’nin ekonomisi, bir ‘ters yüz’ ekonomi. Konuşulması yasak bir
kurucu günahın üzerine kurulmuş bu ülke ve ekonomisi, kimilerine göre
bugünlerde en kudretli dönemini yaşıyor, tüm dünya onu izliyor – yeni bir
gayrimenkul reklamı, mesela, Obama’nın ağzından Türkiye’nin ne de “en bi’
lider, en bi’ mühim” olduğunu anlatıyor. Bu ters yüz ekonomi şimdi yeni para
birimine geçiyor, 6 sıfırı atılmış paramız daha da prestijleniyor, Obama’ya
Putin’e gururla gösterebileceğimiz bir fiyakaya kavuşuyor. Ancak nasıl ki
bulutları delen gökdelenler, kudreti değil, ezdikleri yoksulları ve temellerine
gömülmüş 100 yıllık kemikleri anlatıyorsa; yeni paramız da, kaderin en içten
cilvesi sonucunda, kimse konuşmasın diye dört döndüğümüz günahları anlatıyor. Türk
Lirası’nın Ermenistan Tramı'nın ters simetriği olması kadar normal bir şey
olabilir mi? Tersyüz edilen binaların, tarlaların, fabrikaların üzerine inşa
edilen bir ülke ve ekonomisi, bundan daha iyi anlatılabilir mi? Toplumsal
bilinçaltı ve suçluluk duygusu kendini daha iyi açık edebilir mi?</span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR">“Hepimiz
Ermeniyiz” diyenlere “Hepiniz Piçsiniz” dediler, biz de kabul ettik, doğruydu,
cinayetlerle ve tecavüzlerle yazılan bir tarihin ezilenleri ve bu ezilenlerle
dayanışanlar için soylarının ‘kırık’ olması gayet makuldü. Peki ya ekonominizin
soyu nereden geliyor, bunu düşündünüz mü? Paralarınızın üstüne bakın şimdi, ne
kadar da benziyor...</span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR">*İttihat ve
Terakki Hükümeti’nden Karesi (Balıkesir) Vilayeti’ne gönderilen telgraftan, 17
Ağustos 1915.</span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<span style="font-size: small;"><span lang="TR">Kaynakça notu: Soykırım
ve ekonomisi üzerine bkz. Uğur Ümit Güngör, </span><i>Confiscation
and Destruction: The Young Turk Seizure of Armenian Property</i> (London:
Continuum, 2011).<span lang="TR"></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: inherit;">
<br /></div>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-21814640006159127512012-03-18T17:14:00.000+02:002012-03-18T23:51:10.634+02:00<blockquote class="tr_bq">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-47jZOwa-6IU/T2X6wqFGkcI/AAAAAAAAA3E/Ou8t0qP3nR0/s1600/2012-03-18+17.03.54.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://2.bp.blogspot.com/-47jZOwa-6IU/T2X6wqFGkcI/AAAAAAAAA3E/Ou8t0qP3nR0/s320/2012-03-18+17.03.54.jpg" width="320" /></a></div>
<i>İkinci defa Uyuyan Güzel hikâyesini anlatmak istiyorum.</i><br />
<i>Uyuyan güzel dikenli çalıların arasında yatıyordu. Sonra bir gün birdenbire, üzerinden pek çok yıl geçtikten sonra uyandı.</i><br />
<i>Ama talihli bir prensin öpücüğüyle değil.</i><br />
<i>Onu genç aşçı uyandırmış, uyandırmasıyla birlikte de kulağına öyle bir yumruk yemişti ki ses tüm kalenin içinde çınlamıştı, neticede yılların biriken enerjisinin bir ürünüydü.</i><br />
<i>Aşağıdaki sayfaların dikenli çalıları ardında güzel bir çocuk uyuyor.</i><br />
<i>Aman ola, parıltılı bilgiyle donanmış talihli bir prensin buna yaklaşmasına müsaade etmeyin. Zira gelini öpmesiyle suratına tokadı yiyecektir.</i><br />
<i>İyisi mi başaşçı göreviyle yazar onu uyandırsın. Keskin çınlamasıyla bilgi salonlarını çınlatacak kulaklardaki yumruğun hanidir vakti gelmiştir.</i><br />
<i>İşte o zaman bu fukara hakikat uyanacak, hani yasaklı olarak kendisini bir profesör cübbesi içine kapattığını düşündüğü içindir ki yine kendisini modası geçmiş dingile bağlayan şu hakikat. </i>(walter benjamin, <i>alman trajik dramasının kökeni</i> için, frankfurt sosyal araştırmalar enstitüsü'ne [frankfurt okulu] hitaben yazdığı ve yayınlanmayan önsöz'den.)</blockquote>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-25805371353785062162012-02-29T15:02:00.000+02:002012-02-29T15:20:27.924+02:00“Kurbanların yeniden şarkı söyleyeceği günleri anlat bana"<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-i0UwimPfYSQ/T04haiHKxhI/AAAAAAAAA1g/185MoHHXmhg/s1600/oldideas.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span lang="TR"> </span></b><span lang="TR">(agos, derkenar, 13.02.12)</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span lang="TR">Leonard Cohen – Old Ideas </span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR">L. Cohen’in
kendisi yeterince eski bir fikir, değil mi? ‘Leonard’la konuşmak istiyorum/bir
sporcu o, ve bir çoban/tembel bir piç kurusu/takım elbisesinde yaşayan’. Old
Ideas böyle açılıyor, Going Home şarkısında. Kanadalı bu ‘güzel kaybeden’, son
stüdyo albümünden bu yana sekiz sene geçtikten sonra, nihayet, yeni bir albümle
ve ‘eski fikirlerle’ geri döndü. </span><br />
<a name='more'></a><span lang="TR">Albümün adı, kendisini anlatıyor. Albüm, eski
bir fikir olan Cohen’i ve Cohen’in eski fikirlerini anlatıyor. ‘Yenilgiyle
yaşayanlar için bir kılavuz’ yazmak isteyen bir Cohen o, ama yazamayacağını da
biliyor, insan her seferinde başka türlü yeniliyor çünkü. Öyle bir albüm ki bu,
‘o kadar sert dinliyorsun ki, acıtıyor’. Her zamanki şiirselliğinde,
kelimelerin sonsuz dünyasından sesleniyor bize, ‘kelimenin insan olduğu yeri
göstermeye’ çağırıyor bizleri. ‘Yaşlı bir adam’ Cohen, ve bunun farkında, çünkü
‘aynalar yalan söylemiyor’. Ama belki de işin sırrı L. Cohen’in hep kendi
çağının dışında, başka bir zamandan, başka bir yerden –belki ‘Şarkı Kulesi’nden
– sesleniyor oluşu. O yüzden Old Ideas da, tüm eskiliği içinde, hiç eski
durmuyor, Cohen’in üç sene önce Açıkhava sahnesinde sekerken bize de gösterdiği
olgun enerjiyi her şeyiyle yansıtıyor. Müzikal olarak, Kanadalı ozanın son
dönemini tanımlamış yumuşak ve etkileyici kadın vokallerin (Webb Sisters) varlığı
yine yoğun biçimde hissediliyor. Son iki albümün (Ten New Songs ve Dear Heather)
jazz havası ise bu kez biraz hafiflemiş, albüm Cohen’in 70’lerdeki haline
benzer biçimde tınlıyor, işte, ‘eski fikirler’ ve açılış şarkısı, ‘Going Home’
(eve dönüş). Cohen’in şarkılardan inşa ettiği kulesine nadide parçalar girecek
bu albümden, hiç şüphe yok. Amen, Show
Me the Place, Darkness, Lullaby ve Different Songs, albümle yaşadığım –henüz-
kısa süreli ilişkide beni en çok çarpan, kulağıma ve dilime en çok dolanan, en
çok dokunan şarkılar oldu. Daha da olacaktır. Dilerim size de olsun. Çünkü belki
de son albümünü yapıp bırakıyor L. Cohen bize, bunca yıldan, bunca şarkıdan
sonra, ‘gece uzunsa’ diyor, ‘işte sana ninnim bu’. Bize de onun verdiklerine
şükretmek kalıyor, ‘îçtenlikle’. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-i0UwimPfYSQ/T04haiHKxhI/AAAAAAAAA1g/185MoHHXmhg/s1600/oldideas.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-i0UwimPfYSQ/T04haiHKxhI/AAAAAAAAA1g/185MoHHXmhg/s1600/oldideas.jpg" /></a><span lang="TR"> </span></div>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-53228209956441636322012-01-28T01:17:00.002+02:002012-01-28T01:17:57.312+02:00yan yana gelip seslerimizi birleştirmek<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-EKleDIJTQJo/TyMtkhYTreI/AAAAAAAAA1U/sgQk__0kkFc/s1600/401647_10150535814989029_527074028_8904865_199855454_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-EKleDIJTQJo/TyMtkhYTreI/AAAAAAAAA1U/sgQk__0kkFc/s1600/401647_10150535814989029_527074028_8904865_199855454_n.jpg" /></a></div>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; text-align: left;">ağır, ağrılı, yorgun bir haftaydı, 20 ocak'ın agos'una ancak gitti elim. twitter'ımda umutsuz, mutsuz kısa cümleler birbirini kovalıyor: odatv davasında yine tahliye yok. bu ülke tahliyeye şükredenlerin, ama daha çok, onlara bunu bile çok görenlerin ülkesi. </span><br />
<a name='more'></a><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">20 ocak sayısı, çok güçlü, çok özel bir sayı olmuş. birkaç şeyi paylaşmak istedim, twitter'a sığmayacak, facebook'ta kaybolacaklardı...</span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">rober koptaş "bilincimize ve tüm benliğimize işli: eğer bir umut varsa, devletten ve muktedirden değil, insandan yanadır. biz insanlarla, insanımızla yan yana olmaya devam edeceğiz. bizi bu memlekete bağlayan yegâne bağ budur. dün olduğu gibi, bugün de..." demiş.</span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">19 ocak yürüyüşü notları kapsamında, ani balıkçı - askerde öldürülen sevag balıkçı'nın annesi - "bir yıl önce bu anmada oğlumla yürümüştüm. bugün o da tıpkı hrant dink gibi aramızdan alındığı için kendimi yalnız ve çaresiz hissediyorum. herhangi bir sorunumuz olduğunda oğlumla birlikte hrant'a giderdik, o bizi dinler ve yardımcı olurdu. adalet yerini hrant için bulmadı, belki oğlum için bulur" demiş. </span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">başyazı, <a href="http://www.agos.com.tr/adalet-arayisi-hic-bitmeyecek-420.html">'adalet arayışı hiç bitmeyecek'*</a> diyor. son paragraf şöyle: </span><br />
<blockquote class="tr_bq">
<span style="background-color: white; line-height: 18px;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Günün dünden farkı, mızrağın artık çuvala sığmaması. Türkiye toplumunun bu gerçeği gün be gün daha iyi kavradığına inanmak istiyoruz. Adalet ancak gerçek katillere ulaşılınca tecelli edecek. Bunun için de köklü bir zihniyet değişimi gerekiyor. Umudumuz, o günleri görmek.</span></span></blockquote>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">başlığın sonundaki asteriks ise, benim bu notları almamdaki asıl motivasyon. ismini bildiğim, yüzünü bilmediğim, yüzünü tanıdığım, kendisiyle tanışmadığım tüm agos çalışanlarını yan yana görüyorum şimdi, 17 ocak'ta kendileriyle dalga geçilen mahkemeden sonra, beşinci kez 19 ocak'tan sonra, bu çok güçlü sayıyı çıkartan insanlar, şöyle bir not düşmüşler yazının sonuna: </span><br />
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-sJPtYurq-sw/TyMtj5eIfYI/AAAAAAAAA1M/Y032YF3xKdM/s1600/nm_haber_1319.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><img border="0" height="234" src="http://3.bp.blogspot.com/-sJPtYurq-sw/TyMtj5eIfYI/AAAAAAAAA1M/Y032YF3xKdM/s320/nm_haber_1319.jpg" width="320" /></span></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br /></span></div>
<blockquote class="tr_bq">
<span style="background-color: white; line-height: 18px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><span style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><i><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">*Bu yazının her cümlesi bir Agos çalışanı tarafından yazıldı. Karanlığın içinde, yan yana gelip seslerimizi birleştirmekten başka çare bulamadık.</span></i></span></span>. </blockquote>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-22229099169800415112012-01-18T02:15:00.007+02:002012-01-23T03:26:33.410+02:00erdemli vatandaşların arkadaşları2009 yazında, hrant dink muhalefetinin dönüştüğü şeye ilişkin, aşağıdaki satırları yazmıştım. fuat keyman'ın türkan saylan ve hrant dink'i, 'erdemli vatandaş' ortak paydasında toplayan yazısına bir cevap niteliğinde, daha uzun bir yazıydı aslında. ama bugün için, şu kadarı yeterli... (bir de not. bu yazıdan bir süre sonra, limanda toplanan kalabalık mahkemeye yürümeye başladı, biraz daha dahil oldu mahkemeye) <br />
<br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
***<br />
('hepimiz erdemli vatandaşlar mıyız?', 13 haziran 2009, taraf/hertaraf)<br />
<br />
Hrant Dink cinayeti davasının görüşüldüğü günlerde “Hrant'ın Arkadaşları”, Beşiktaş Vapur İskelesi'nin önündeki açıklıkta bir araya geliyor ve davanın sahibi, tanığı ve takipçisi olduklarını duyuruyorlar. Davanın görüldüğü Beşiktaş 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ni asla görme ya da oradakilere sesini ulaştırma ihtimali olmayan, mahkemedekilerin ya da mahkeme salonu önünde bekleyen polislerin de asla göremeyeceği ya duyamayacağı bu birkaç yüz insan, bir-iki saat orada durduktan sonra dağılıyorlar. Bırakın mahkemeyi, gündelik hayatlarına devam eden insanların bile o izole kalabalıkla karşılaşmaları imkansıza yakın. Bunun için özellikle oraya giden insanlar dışında, kimsenin hayatına dokunmayan bir eylem yeri ve biçimi. Gündem o sıra pek yoğun değilse haberlerde birkaç saniye için onlardan bahsediliyor ve bir sonraki duruşmaya kadar gündemden çıkıyorlar. Bu muhalefet biçiminin ne ifade ettiğinin, ne işe yaradığının sorgulanması gerekiyor. Orada bulunduğum seferlerde gördüğüm şey, mahkemenin fiziksel varlığıyla ilişkisi kesilen, mücadele etmekle olan bağlarını koparmış ve kazanılan alanı (Beşiktaş iskelesi önü) korumak birincil amaçlardan birine dönüşmüş bir hareket(sizlik)ti.<br />
<br />
Kazanılan alan, sadece Beşiktaş İskelesi önüyle sınırlı değil aslında. Hrant Dink öldürüldükten sonra ortaya muhalif bir iktidar alanı çıktı, muhalefetin nasıl örgütleneceği, söylemin nasıl oluşturulacağı, yasa ve düzenle nereye kadar uyuşulacağı, nereye kadar bunlara zıt gidileceği soruları üzerinde bir iktidar mücadelesi yaşandı, hâlâ da bir ölçüde yaşandığını varsayabiliriz ama bu mücadelenin geçen zaman içinde belli kazananları oldu. Kişiler ve kurumlar üzerinden dedikodu merkezli tartışmalar yürütme amacında değilim, bence elimizdeki sonuca bakmamız yeterli: İnsan hayatını kesmeyen, sokağın gerçekliğini reddeden, yargının ve polisin gözetiminde ama görünürlüğünde olmayan bir eylem biçimi ve söylemsel gücünü, radikalliğini kaybetmiş, cenazede toplanan kitlelerin yüzde birini toplamaktan aciz, belki de Keyman'ın çok doğru biçimde ortaya koyduğu “erdemli insan Hrant”ın, “Hrant arkadaşı” olmanın ötesinde bir şeyler söyleme yetisini cenazede bırakmış bir muhalefet. Bu muhalefet özgün ve bir şeyler değiştirme potansiyeli olan söylemsel alanını kuramadığı için, boş-gösteren bazı kavramlar bile, bu muhalefetin elindeki sloganlarla yer değiştirebilir hale geldi. (Burada bir not düşmeliyim: Hrant Dink için yapılan eylemlere katılan insanların heterojen yapısını ve hayatlarının başka alanlarında girdikleri türlü mücadeleleri görmezden geliyor değilim. Sorunum, Hrant Dink sonrası oluşmuş olan –egemen- muhalif dil ve onun yapma biçimleriyle.)<br />
<br />
SONUÇ YERİNE: “HEPİMİZ ERMENİ'YİZ”DEN “HEPİMİZ ERDEMLİYİZ”E<br />
Türkan Saylan'ın son yılları çeşitli politik mücadeleler ve haksızlıklar içinde geçmiş olabilir. Tüm Türkiye vatandaşları için “var” kabul edilmesi gereken hukuki adaletsizlikler ona da rastlamış, dahası bu rastlaşmalar AKP hükümetinin çeşitli amaçlarıyla bilinçli biçimde kesişmiş olabilir. Bunlara karşı sadece Türkan Saylan'ın ideolojik saiklerini savunan insanların değil, Türkiye'de hukuk ve demokrasi mücadelesi veren herkesin itirazı olması da gayet meşrudur. Ancak bunu yaparken, bambaşka bir tarihi, bambaşka ilişkisellikleri, bambaşka acıları ve kimlikleri temsil eden sloganların içinin boşaltılarak kullanılması, farklı tarihlerin birbiriyle eşlenmesi, çeşitli boş-gösterenlerle tanımlanır hale gelinmesi, bence kabul edilemez. Türkan Saylan'ın cenazesinde oluşan havadan ve Türkan Saylan'ın Hrant Dink'le politik olarak denk kabul edilmesinden muhtemelen rahatsız olan “Hrant'ın Arkadaşları”, “Hepimiz Hrant'iz, Hepimiz Ermeni'yiz” sloganının içinin bu denli boşaltılabiliyor olmasında kendi paylarını da sorgulamalılar. Yoksa, tıpkı “Dünya Türk olacak, yurtta barış Dünya'da barış olacak” diyen ultra-milliyetçi sloganın umduğu gibi, bir gün “hepimiz erdemli vatandaşlar” olacağız ve hiçbir derdimiz kalmayacak.inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-81213726896297992902012-01-15T15:10:00.004+02:002012-01-23T03:26:51.783+02:00Reklamlar hakikati söyler ya da beyaz robotlar beyaz Türkleri siyah korsanlardan nasıl kurtardı?(hazır başlamışken, bir önceki agos yazısını da paylaşayım. birkaç ay önce vestel reklamı üzerine burada ettiğim laflardan çok daha yeni bir şey söylemiyor, ama belki daha düzenli biçimde söylüyor. aşağıdaki yazı, 24 kasım 2011 tarihinde, agos'un derkenar sayfasında yayınlandı)<br />
<br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
Yerli kapitalizmin siyasi iktidarı böylesine fişteklediği başka bir dönem olmuş mudur acaba? Kendi marka imajlarını iktidarın estetik anlayışına ödünç veren, reklamlarını iktidarın reklamlarıyla aynı tornadan geçmişçesine hazırlayan şirketler, mevcut hegemonyanın kültürel üretimine katkı sunmak konusunda oldukça kararlı gözüküyor. Reklamları izlemekten başka çaresi olmayan biz kültür tüketicilerine ise, reklamların içinde kendi direniş ihtimallerimizi bulmak kalıyor sanki...<br />
Vestel’in, “İhracat şampiyonu” temalı reklamlarını izlemişsinizdir. Yabancı diyarlara gönderilen ürünlerin taşıyan yük gemisi, siyahi korsanların saldırısına uğrar. Geminin beyaz ve tertemiz denizci kıyafetli ve bembeyaz tenli ve sapsarı saçlı tayfası, zıplayarak dans eden, gülen eğlenen, uygarlığın ciddiyetinden nasibini almamış korsanlar tarafından zapturapt altına alınır. Bu arada kendi halinde mutfak robotlarını, çamaşır makinalarını, portakal suyu sıkacaklarını sakladığını sandığımız konteynırların içinden, kahraman vesteller çıkar. Bunlar gündelik hayatta o en çok ihtiyacımız olan metalardır gerçekten, irili ufaklı beyaz eşyalar yani; ama tehlike anında koca birer robota dönüşürler. Siyahi korsanlar için son kaçınılmazdır, kendilerini denizin derinliklerinde bulurlar. Bu reklamın ırkçı, militarist, sömürgeci içeriğinden bahsetmek bile abesle iştigal gibi geliyor, o yüzden karşı-hegemonik potansiyeline değinmek istiyorum.<br />
<br />
Sadece iki ay kadar önce içinde savrulmakta olduğumuz Somali seferberliğini hatırlayın. Başbakan önderliğinde gerçekleştirilen çıkartma, Afrika sinekleriyle cebelleşen ünlüler, yardım kampanyaları, yardım konserleri, ve en çok da aç bebek ve çıplak kadın pornografisi. Oysa Somali hakkında, yine pek uzak geçmişe ait olmayan, bambaşka görüntüler olmalıydı hafızamızda, ancak Pınar Öğünç hatırlatınca çıktılar sanki ortaya. Somali korsanlarıyla mücadele etmeye Mehter Marşı’yla yollanan Türk donanması vardı mesela, ya da Türkiye’nin ısrarla reddettiği, görünmez kıldığı, soylulaştırma projeleriyle yaşam alanlarını yok ettiği, karakollarında öldürdüğü Afrikalı göçmenler, birçoğu Somali’den gelen. Somali’deki açlık, Somali’deki açlığın yarattığı ve Türkiye gündemini daha önceden öyle ya da böyle işgal eden ve yine aynı açlığın semptomları olan bu olguların üzerini örten bir ikiyüzlülüğe vesile oldu. Somali’yi bir dünya sistemi içinde aç bırakan, mültecilerini reddeden, üzerlerine donanma yollayan ve sonra Ajda Pekkan’la Nihat Doğan’la “sevgi köprüleri” kuran, aynı iktidar, aynı Türkiye. Vestel reklamı, tam da bu yüzden önemli, tam da bu yüzden karşı-hegemonik bir potansiyel taşıyor. Vestel bize, Afrikalı –belli ki Somalili- korsanları hatırlatıyor, gözyaşları içinde yardım ettiğimiz ve bembeyaz üniformalar içinde peşlerine düştüğümüz insanların aynı dünyaya, aynı soruna ait olduğunu gösteriyor. Hiç istemeden, iktidarın hafızasının dışına çıkıyor; çünkü karşı-hafıza böyle bir şey, sen Pekkan-Doğan’la susturmaya çalıştığında, o Vestel’le cevap veriyor. <br />
<br />
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-U0Ex2CZk8d8/TxLRCEZZpPI/AAAAAAAAA0k/lsX2twqJhpo/s1600/vestel2.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5697846312047322354" src="http://2.bp.blogspot.com/-U0Ex2CZk8d8/TxLRCEZZpPI/AAAAAAAAA0k/lsX2twqJhpo/s400/vestel2.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; display: block; height: 225px; margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 400px;" /></a><br />
<br />
İktidar dilini bire bir alan, birçok tanıdığın “AKP reklamını gördün mü?” diye bahsettiği son Turkcell reklamını ve onun Türkiye algısını başka bir yazıya bırakalım. Belli ki Türkiye’deki kapitalist örgütlenmenin aldığı son şekil bize reklamlar üzerinden edecek daha çok laf verecek. Ez cümle: reklamlardan kaçmayın, üzerlerine gidin. Size kendilerini ve biraz da Türkiye’yi anlatacaklar, onlar farkında olmasalar da.inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-75906419476954539642012-01-13T12:35:00.006+02:002012-01-23T03:38:19.587+02:00boğaz'a bakarak hayatı dönüştürenler: starbucks işgali<a href="http://4.bp.blogspot.com/-WID4TmhoXDw/TxAJ9BWRqsI/AAAAAAAAA0M/rSBYNMiMUAQ/s1600/2012-01-02%2B14.11.33.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5697064472562215618" src="http://4.bp.blogspot.com/-WID4TmhoXDw/TxAJ9BWRqsI/AAAAAAAAA0M/rSBYNMiMUAQ/s400/2012-01-02%2B14.11.33.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; display: block; height: 400px; margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 300px;" /></a><br />
<br />
(aşağıdaki yazının biraz kısalmış hali, 6 ocak 2012 tarihli agos gazetesi'nde, derkenar sayfasında yayınlandı)<br />
<br />
Kadrolu devlet Cemil Çiçek, meclis kürsüsünden haykırıyordu: “Bu, Boğaz’a bakarak...Türk milletini arkadan hançerlemektir!” Bahsettiği 2005’teki ‘Osmanlı Ermenileri’ konferansıydı, tehditler üzerine Bilgi Üniversitesi’ne alınan. Sonrasındaki 6 sene, Boğaz’a bakarak, ama onun ötesinde coğrafyaları, Halâskârgazi’de cansız yatan Hrant Dink’i, Kürdistan’da tutuklanan çocukları, Tuzla tersanelerinde ölenleri görerek, hançerini elinden geldiğince zalimlere batıranlara tanık oldu, Boğaziçi. Romantik bir kurtarılmış bölge, ya da bir fildişi kulesi değildi elbette; git gide ticarileşen bir üniversiteydi, öğrencilerinin hiçbir karar mekanizmasında yer alamadığı bürokratik bir şirket olma yolundaydı; siyasi baskılar yüzünden soruşturmalara maruz bırakılan öğrencileri vardı. <br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
Bir gün, Starbucks açıldı. Artık Boğaz’a bakarak siyaset yapılmayacak, frappucino yudumlanacaktı. Okulun öğrencileri, hocaları ve emekçilerinin büyük bir kısmı, ‘tadilat’ta olan Çarşı Kantin’de, bir sabah, Starbucks’ı buldular. Üniversitenin bu asli unsurlarından hiçbir fikir almadan dünya kapitalizminin en büyük sembollerinden birinin, zaten ucuz ve iyi yemek imkanları sıfıra yakın olan bir kampüsü işgal etmesine ve en az 6 lira’dan kahve satmasına izin verilmişti.<br />
<br />
Bu durumdan rahatsız olan, seslerini yükseltmek ve kampüs içindeki varlıklarını görünür kılmak isteyen öğrenciler, bir araya gelmeye, ve ses çıkartmaya başladılar. Toplantılar yaptılar, çorba pişirdiler, çorbaya nasıl bir kampüs istedikleri sorusunu kattılar. Öğrenciler, hocalar katıldı, ama onlarla konuşmaya gelen hiçbir idareci yoktu. Bunun üzerine öğrenciler, 6 Aralık günü, kendilerinin olanı yeniden almak üzere “yerleşkelerine yerleştiler”, Boğaziçi Starbucks’ta yatmaya, kalkmaya, ders çalışmaya, beraber karar vermeye, uygulamaya, kendi çaylarını yapıp, gelen herkese ikram etmeye başladılar. Starbucks’ın sterilliğine değil, içinde yaşanan mekanı dönüştürme gücüne tav olanlar içsin diye: “Bizi birleştiren temel bir şey var: Zamanımızın önemli bir kısmını geçirdiğimiz, kendimizi varettiğimiz üniversitenin ticarileştirilmesine ve sterilleşmesine itiraz etmemiz. Steril mekanlar öğrenci izi taşımaz. Öğrenciler olmadan üniversite olmaz”. <br />
<br />
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-q7hnWMnrFII/TxAJwsMJWjI/AAAAAAAAA0A/2KsMhphSSC4/s1600/rekt%25C3%25B6r.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5697064260724152882" src="http://2.bp.blogspot.com/-q7hnWMnrFII/TxAJwsMJWjI/AAAAAAAAA0A/2KsMhphSSC4/s400/rekt%25C3%25B6r.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; display: block; height: 266px; margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 400px;" /></a><br />
<br />
İşgal şimdi bir ayını dolduruyor. Hocalar açık ders düzenliyor, başka okullardan gelen öğrenciler yemek yapıyor bu alanda. ODTÜ’de kantinler boykot ediliyor, birçok üniversiteden destek metinleri, videolar yollanıyor. Üniversite Genel Kurulu’nda öğrenciler ve “onları eğitmeyi becerememiş” hocalar hakkında atıp tutan Rektör, “temsilci seçin” talebinden vazgeçiyor, koca bir spor salonunu, İşgal’i sahiplenen tüm öğrencilere açmak zorunda kalıyor; Starbucks’ın kapatılması, bir öğrenci kooperatifinin kurulması ve genel anlamıyla, öğrencilerin, hocaların ve üniversite emekçilerinin kendi hayatları hakkındaki karar mekanizmalarına katılması taleplerini dinliyor. Siyaset Bilimi öğrencisi Yıldız Sar, “Rektör’le görüşmemiz bir alışveriş, ya da onun düşünmek istediği gibi, Padişah’a isteklerimizi arz etmek değildi” diyor. İşgal’in kampüsün gündeliğini dönüştürücü gücünden bahsediyor, ama ekliyor “İşgal bir biçimdir, fetişleştirmemek lazım. Kampüs alanına dokunacak başka eylemlerle devam edebiliriz, önemli olan, elimizden alınan, ortak söylem geliştirebileceğimiz alanları yeniden yaratabilmek.” Alandan ayrılmadan bir esnaf abimi görüyorum, şimdilerde işgal alanıyla komşu. “Rektör’ün geri adım atmaktan başka çaresi yok” diyor, “burası öğrencilerin, rektör de, biz de, öğrenciler için buradayız.” Bu dünya, öğrencilerin, hocaların, emekçilerin. Rektöre okudukları metinde dedikleri gibi, “tüm dünyada Starbucks kafeler var fakat Starbucks kafelerinde kimsenin dünyası yok. Karşı-işgal ise dünyalarla dolu.”<br />
<br />
http://starbuckssenligi.blogspot.com<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Arkadaşın Tutuklu!</span><br />
<br />
Arkadaşın tutuklu! <br />
“Birileri kendine göre gerekçeler uydurarak, makulleştirerek, teröre destek veriyor. Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, şiire yansıtıyor, günlük makale yazarak.” dedi İçişleri Bakanı Şahin, bir gün hepimizin, “makul” gerekçelerle “terörist” olacağını duyururken. Halihazırda yüzlerce öğrenci, akademisyen, gazeteci, siyasetçi, sudan sebeplerle içeride bulunuyor. Boynundaki puşi yüzünden terörist olduğuna karar verilen Cihan Kırmızıgül, iki yıldır tutuklu.Yusufcan Yıldırım, dört ayrı örgüt üyeliğinden, interdisipliner bir tutukluluk yaşıyor. Son olarak, Boğaziçi Tarih 2. sınıf öğrencisi Şeyma Özcan, örgüt üyeliği suçundan tutuklandı. Hocalar “öğrencime dokunma!” diyor, öğrencilerse “arkadaşın tutuklu, haberin var mı?” diye soruyor. 2012’nin hangilerimiz için tutukluluk getireceğini astrologlara sormak yerine, Derkenar olarak, bu cadı avına karşı safları sıklaştırmaya çağırıyoruz herkesi.<br />
<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-ZP5A22Q9ZRE/TxAKdh87bAI/AAAAAAAAA0Y/427PaADJeWk/s1600/tutuklu.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5697065031070084098" src="http://4.bp.blogspot.com/-ZP5A22Q9ZRE/TxAKdh87bAI/AAAAAAAAA0Y/427PaADJeWk/s400/tutuklu.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; display: block; height: 145px; margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 400px;" /></a>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-73217353963449810822012-01-06T11:47:00.005+02:002012-01-23T03:28:00.522+02:00blog'dan sorulan sorulara blog'dan cevaplaren önce: http://twitter.com/#!/inesistente/status/155197168112779266<br />
<br />
biraz sonra: http://bellatrixbegins.blogspot.com/2012/01/ben-anlamyor-politika-anlamyor-humanizm.html<br />
<br />
daha sonra: <br />
<br />
<span style="font-style: italic;">varolmayan şövalye 6 Ocak 2012 10:55 <br />öyle ya da böyle açık iletişim kanallarımız varken, bana olan sorularını/itirazlarını buradan yöneltmeni garip buluyorum şulecim. cevaplarımı bilahare veririm.<br /> <br />bellatrix 6 Ocak 2012 11:20<br />bu sadece sana karşı bir yanıt değil ama senin yazdığın bir şeyle tetiklendi, evet. önce sana yanıt vermeye yeltendim, baktım olmuyor (zaten ben de kısa yazamam), yazıya döktüm çünkü dedim ya, direkt seninle de ilgili değil. şimdi tekrar girdim twitter'a, yazının linkini koyarken seni de @'leyeyim diye, ama zaten görmüşsün, sorun çözüldü.<br /><br />buradan, mailden filan olacak iş değil bu ama benim anlamadığım bir şey var ve bu nedir, bunun altında ne yatar, onu öğrenmek istiyorum. gerçekten istiyorum, sonunda evet haklısın demeyecek olsam bile, gerizekalı diye yaftalanmayı da göze alarak istiyorum.<br /><br />görüştğümüzde, diyelim mi?</span><br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">madem öyle, madde madde cevap vereyim.</span><br />
<br />
*hümanist değilim. teorik olarak da, politik olarak da çok problemli bulduğum, bu buluntumda da yalnız olmadığım, hümanistlerin lanetlediği modern katliamların, kıyımların çoğuyla zihinsel ortaklıkları olduğunu düşündüğüm bir düşünceler bütünü hümanizm, onu geçelim.<br />
<br />
*okuldaki kahvecinin gavur oluşuyla bir problemim yok. dünya kapitalizminin ve kahve üreticilere uygulanan (sömürgeci) sömürü politikalarının en önemli temsilcilerinden, simgelerinden biri olmasıyla problemim var. ama problemim bunla sınırlı değil. okulun, içinde okuyan, yaşayan, çalışan öğrencileri, hocaları ve diğer emekçileri tamamen dışladığı karar mekanizması ve onlar için konuşacak, düşünecek, üretecek, ucuz ve kaliteli yemek yiyecek bir alan olmayışı benim problemim. daha doğrusu işgalin problemi bu ve ben de işgali bu yüzden destekliyorum. bu konuda bir yazı yazdım, yayınlandıktan sonra blog'a koyarım, derdim daha iyi anlaşılır belki.<br />
<br />
*"Biri hepten Ermeni iken iyi ama başkası bir günlüğüne general olunca kötü mü, kaka mı, "gerizekalı" mı?"<br />
<br />
önce tarihsel süreçleri boşverip kelimelerin kendilerine bakalım. "ermeni", nötr bir kelime, ona herhangi bir yakınlık ya da uzaklık duyamam. "general" ise, savaştan hoşlanmayan, silah sevmeyen biri olarak, kendiliğinden uzak durduğum bir kelime. birilerinin kendini "general" hissetmesi, kendine "general" demesi, sırf bu yüzden sinir olabileceğim bir şey. <br />
<br />
tarihsel süreçleri geri davet edelim. ermeniler, yüzyıllar boyunca bu ülkede 2. sınıf tebaa olduktan sonra, 1890'lardan itibaren sistemli katliamlara tabi tutulmuş, 1915'te de devletin tüm kademeleriyle ortak olduğu bir organize suçla bu topraklardan sürülmüş, sürülürken kırılmış, öyle olacağı bilindiği halde uygulamalar devam etmiş ve neticede tarihin gördüğü en büyük kıyımlardan birini yaşamış bir halk. kalan bir avuç ermeni, türkiye cumhuriyeti altında ikinci sınıf vatandaşlığı deneyimlemeye, karakollarda taciz edilmeye, askerde öldürülmeye, okullarda aşağılanmaya devam etmiş. 2007'de de, sesini yükselten, asimilasyona karşı çıkan, ikili kategorileri reddederek, beraber yaşamayı savunan bir ermeni, hrant dink, devletin göz yumduğu, yolunu açtığı, daha sonra da kolladığı bir cinayetle öldürülmüş. <br />
<br />
bunun üzerine biz de çıkıp "hepimiz hrantız, hepimiz ermeniyiz" demişiz. ermeniyiz, çünkü ermenilerin maruz kaldığı bunca şiddeti, kıyımı, haksızlığı görüyoruz, onların yanında duruyoruz, onlara yapacağınız şeyi bize de yapın diyoruz. hrantız, çünkü hrant dink bizim de sesimizdi, onun beraber yaşama kararlığına sahip çıkıyoruz, ona atılan kuşunları bize de atın diyoruz (bu duruşa karşı, bazı ermeni yazarlardan çok iyi eleştiriler geldi, "ermeni ya da hrant dink olamazsınız çünkü o durumu asla anlayamazsınız" minvalinde, ama şu anki politik meselemizde biraz bağlam dışı)<br />
<br />
peki ya general? "türk milleti asker milletidir"den başlayan, osmanlı'daki askeri sınıfın ayrıcalıklarını artırarak cumhuriyet'e taşıyan, türkiye modernleşmesinin bayraktarlığını yapmış, kaymağını yemiş, ilkelinden postmodernine, her türlü darbenin yürütücüsü olmuş, işkencehanelerinde binleri, katliamlarında onbinleri öldürmüş bir kurumun creme de la creme'i. sanki tarihsel olarak dışlanan, ezilen, hor görülen bir grubun temsilcisiymiş gibi, "hepimiz ilker paşayız" demek, asla ve asla "hepimiz ermeniyiz" demekle karşılaştırılamayacak bir gerizekâlılık örneği, üzgünüm. ilker başbuğ özelinde de, elindeki boruyu kameralara sallayan, her fırsatta gazetecileri ve halkı azarlayan bir adamı, hrant dink'le aynı kefeye koyamayacağım. <br />
<br />
*buna karşılık, kendisinin tutuklanmasını bir demokrasi harekatı, sivilleşme yolunda atılmış yeni bir adım falan olarak görenlerin zekâ seviyelerinden ya da iktidarla olan ilişkilerinden de bir o kadar şüpheliyim. uludere katliamıyla beraber akp'nin demokrasi havariliği içeride ve dışarıda oldukça puan kaybemtiş, artık saçmasapan kck ve odatv davaları da, özellikle dış basında, daha fazla konuşulur olmuşken, kenan evren'e açılan soruşturmadan umduğunu bulamayanların önümüze attıkları yeni bir yemdir başbuğ'un tutuklanması.<br />
<br />
*deniz gezmiş ve bülent ersoy meselesinde, agos - #derkenar olarak sorduğumuz soru ("Deniz Gezmiş'in Bülent Ersoy'a gazoz ısmarlama hakkı olmadığını düşünenlerden misiniz?"), bülent ersoy'un açıklamalarını magazinel bir trivia olarak kabul etmek yerine, "böyle şey nasıl olur, deniz'e nası laf söylersiniz, onu nası kirletirsiniz!!!11" diye tepki veren homofobik solcuları açığa çıkartmak içindi. bunu biz bir hak meselesi olarak görmüyoruz, öyle görenleri gösteriyoruz.<br />
<br />
*ermenilerle ilgili mesele nedir, yeterince anlattım sanırım. uğur mumcu ve abdi ipekçi'yi hiç umursamadığım, senin kondurman. hrant dink'i, ezilen kimliği, ideolojisi ve meselesinin güncelliği sebebiyle daha çok umursadığım doğrudur, ama bu diğer siyasi cinayetleri umursamadığım anlamına gelmez, elimden gelen her türlü desteği o mücadele için de veririm.<br />
<br />
ve evet, hegemonik, kapalı, sabit aidiyetleri yıkmaya çalışan bir pratiğe, elimden geldiğince, gücüm yettiğince, aitim. daha fazlasını ben de bilmiyorum. "bu adam" diye bana sorulan ama benden daha fazlası kastedilen (öyleymiş) sorulara, kendi adıma cevap verdim. benden daha fazlası için de bir şeyler söylüyordur muhakkak, ama hepsini söylemediği kesin.inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-3399045946331496102011-10-22T19:39:00.003+03:002012-01-23T03:28:33.263+02:00bir niyet mektubu olarak hayat(bu yazı ilk olarak <span style="font-style: italic;">agos</span>'un 14 ekim tarihli sayısında, <span style="font-style: italic;">derkenar</span> sayfasında yayınlandı)<br />
<br />
Doğum yılın, günün, ayın, yerin, yurdun… Bunlar kolay. Daha zorları var. Aldığın dersler, almadığın dersler. Yurtdışı seyahatleri, sebepleri. Kendini üç cümlede anlat. Kendini beş cümlede anlat. Kendini anlatma, sırala. Neler yaptın? Neler yedin? Arkadaşların kimler (network’ünde kimler var?). Senin hakkında kimler iyi konuşur? Mail adresleri, açık adresleri, ofis numaraları, titrleri. Profesör mü, CEO mu, altı kurtarmaz. Hangi konularda çalıştın? Çocukluktan beri ilgilendiğin şeyler (küçükken çok oyun oynardım) ve çalışmak istediğin şeyler (oyun tarihi çalışmak istiyorum) birbiriyle örtüşüyor mu? Örtüşsün. Bizi kendine inandır. 5 yaşından beri yaptığın her şeyin bu başvuru için anlamlı bir bütün oluşturduğunu söyle bize. Yalan söyle. Merak etme, alışığız. Biz de sana yalan söylüyoruz.<br />
<br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
Tanıdık geliyor mu bu sesler size? Ben çok sık duyuyorum. Üniversiteyi bitirdiğimden beri bilgisayarın karşısına geçip içine girdiğim her başvuru döneminde, bir bilgisayar ekranı aracılığıyla karşıma çıkan sorular bunlar. “İleri araştırma merkezi”, “üst düzey eğitim kalitesi”, “dünyanın en iyi 5 okulundan biri…” gibi fiyakalı etiketlerle karşılandığım internet siteleri, hayatım hakkındaki sayılabilir, sıralanabilir, alt alta koyulabilir her bilgiyi kutucukların içine koymamı, geçmişimi onların önceliklerine göre yeniden yorumlamamı, düzene koymamı istiyor. Niyet mektupları, araştırma teklifleri, inşa edilen, inşası teşvik edilen yalanları paragraflar haline getiriyor, somutluyor.<br />
<br />
Kendi başına bir endüstri haline gelmiş olan başvuru dünyası sadece akademide değil elbette. Büyük şirketler ya da onların aracılığını yapan “kariyer” siteleri, cv’leştirilmiş bir zihniyeti yaratıyor ve satıyor. Evrensel bir zorunluluk haline getirilmiş İngilizce sınavlarına verilen paralar sınavla bitmiyor, ayrı ayrı kurumlara gönderilirken de ekstra ücret talep ediliyor.<br />
<br />
Kendi istediği değil, istemesi çeşitli kurumlarda mantıklı olacak, ondan istenmesi beklenecek konuları çalışmak isteyen, ilgi alanlarını o konulara göre şekillendiren, en azından öyle sunan ve sundukça buna kendisi de inanan, karşılıklı söylenen yalanları benimseyen bu zamane insan, iş dünyasını, akademiyi, sivil toplum örgütlerini dolduruyor; yalanlarını yeteri kadar iyi söyleyemeyenler de dışarıda, sıralarının gelmesini bekliyor.<br />
<br />
Belki de en ironiği, bilginin –özellikle Batı dünyasında yoğunlaşmış- iktidar odakları tarafından sistematize edilmesini, düzenlenmesini eleştiren muhalif akademisyen adaylarının, bu eleştirilerini en radikal biçimde yapmak için, o iktidar odaklarının merkezine, Harvard’lara Columbia’lara, bilginin toplaşmasına ve yeniden düzenlenmesine kendi katkısını sunmak üzere başvuruyor olması.<br />
<br />
Yuvarlak kutucukları karalayarak girilen üniversite sonrasında, “tık”lanan ve listelenen bir hayat, tüm dünya gençlerini bekleyen. Gençlerin dünyanın dört bir yanını saran isyanlarında, söylemek zorunda bırakıldıkları yalanlardan sıkılmış olmalarının da payı yok mudur?<br />
<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-LlM9kbTEAPQ/TqLy3EzjZFI/AAAAAAAAAxs/s9EiYf9pOh4/s1600/phd100798s.bmp"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5666358309182202962" src="http://4.bp.blogspot.com/-LlM9kbTEAPQ/TqLy3EzjZFI/AAAAAAAAAxs/s9EiYf9pOh4/s400/phd100798s.bmp" style="cursor: hand; cursor: pointer; display: block; height: 173px; margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 400px;" /></a>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3575164848979950127.post-44340671845802548702011-10-18T22:39:00.001+03:002012-01-23T03:36:08.255+02:00vestel reklamının karşı-hegemonik potansiyeli üzerinebu reklam filmi üzerine konuşmaya başlamak bile banal belki. sömürgeci, white men's burden'cı, ırkçı, oryantalist falan filan tüm okumaları yapmak hem çok kolay hem de çok yavan. fakat bugün derste muhabbet edilirken fark ettiğim bir nokta var ki bunun üzerinde durulmasının faydalı olabileceğini düşünüyorum: reklamın karşı-hegemonik potansiyeli. <br />
<br />
<a name='more'></a><br /><br />
vestel hiç farkında olmadan, hükümetin ve o söylem içinde harekete geçen tüm grupların "afrika'ya yardım" iki yüzlülüğünü ortaya çıkarmak için çok iyi bir fırsat yaratıyor. sms kampanyaları, somali seferleri, konserler, gözyaşları, açlık ve yoksulluk pornosu arasında görünmez kılınan, unutulan ve unutturulan, türkiye'nin afrika ve afrikalı'yla olan gerçek muhabbetini aynı düzleme, aynı televizyon ekranına ve zamanasallığa sokarak, hatırlamamızı sağlayabilir. bu muhabbetin içinde, somalili korsanlarla -ki somali'ye uygulanan ekonomik politikaların ve ülkedeki açlığın bir semptomudur- savaşa giden türk donanması, türkler'den -robotlarından ya da polislerinden- dayak yiyen göçmen afrikalılar, gündelik ırkçılık ve horgörme var. vestel'in reklamı bunları bize hatırlatıyor, çok iyi yapıyor.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/uC0czn6QNjA" width="560"></iframe><br />
<br />
pınar öğünç'ten somali <a href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&Date=10.08.2011&ArticleID=1059424">ikiyüzlülüğü.</a>inesis.http://www.blogger.com/profile/02827776134464821305noreply@blogger.com0