30 Ocak 2008

bir kış gecesi eğer isimsiz bir yolcu

ben isimsizim. isim koymayı unutmuşlar bana, öyle dediler. hayır, unutmamışlar. gerek yokmuş sanırım. bir iktidar aracıymış isim, geleceğe koyulan ipotekmiş, anlamaların arasında bitiveren bir kristalizasyonmuş, karakterizasyonmuş, disiplinİZe etmekmiş. miş'miş.

beyaz bir örtü kaplandı şimdi buraya. bazıları anladı, bazıları anlamadığını anladı, bazıları geçmişe referans verip üste çıktı, bazıları bazılarına dert yandı: şimdi ne olacaktı? istanbul'u asla kaplayamayan karlar gibi ("bir kış gecesi beyaz gelinliğe büründü!") olmasını umuyorum bu beyazlığın. sürmesin sonsuza kadar, istemiyorum. ben bir kış gecesi'ni seviyorum. oysa ne kadar anlamlı, bir kış gecesi eğer bir yolcu'nun beyaz bir kefene kaldırılması...

belki de öyle olacak. bir kış gecesi eğer bir yolcu'nun son durağıdır bu beyazlık. ben bilemem. tanımlı görevlerim arasında bunu bilmek yok. ben isimsizim. beş aylık bir inşaat sürecinin verdiği son meyveyim. ben beyazım. ayrıştırın renklerimi. bir kış gecesi'ni bulacaksınız...

ben kantçıyım. aşkın zihin denen şeye kafamı koymuşum. başkasının acısını önemsiyorum, başkasının acısı sayesinde kendi insanlığımı hatırlıyorum. bu duyguya sahip çıkmam gerekiyor. evet.
ama bir kış gecesi'ni sevdiğim söylenemez çok fazla, yani yazarını seviyorum, evet (tanrı bilir bir aralar ne çok sevdim!). ama keşke öykü yazsa, o zaman daha çok severim yazdıklarını. deniyor ama, pek olmuyor...
disiplinize olması gerek sanki, bana öyle geliyor. evet disiplinize, disipline değil. kelimelerle arası iyiymiş gibi yapıyor yazar, ama pek bir şey anlatmıyor. anlatmalı. anlatmadan olmaz.
gerçi doğru yolda olduğunu da düşünüyorum, adı 9'a çıkmış, 8'e indiremiyoruz. bence git gide iyiye gidiyor.
düşünüyorum da, disiplinize olmasını istersek (acaba disipline miydi?) çok da doğru yapmayız sanki, sonuçta kendi özgür iradesiyle yazdığı şeyler. herkes istediği gibi yazmalı belki de.
ya ben sanırım git gide seviyorum bu yazarı. ne olduğunu tam anlamıyorum, onun ne demek istediğinden çok emin olamıyorum ama; mutlaka buluyorum bir şeyler. onun istediği mi? belki. önemli olan benim istediğim olması. benim istediğim.
onu -tahminen- ilk ben okuyorum. bundan gurur duyuyorum. bazen ::) yapasım geliyor. yapamıyorum...
sanırım ona gelen eleştirilerin en büyük kaynağı, yaşadığı her şeyi sanki sadece kendisi yaşıyormuş gibi anlatması. halbuki ben saydım, anlattığı şeyleri tam 68890269 kişi daha yaşamış. bu huyunu değiştirmesi gerekiyor bence.
tekrarvetekrar okuyorum. tatmin olamıyorum bir kış gecesi'nden. bir ümidim vardı elbette, severim onu; ama bir eksiklik kaplıyor tüm bu beyazlığı. "herkes aynı" değil, "herkes ayrı" da değil. şövalye lümpenlikten vazgeçmeli.
yine de "senaristler ve figüranlar"dan bahsederken, çok haklı şövalye. son of man, insanlığın sonu...
bunu biliyorum, akademisyenim çünkü ben. görüyorum. disiplin pratikleri'nin her yere sızdığını. ama hiçbir şey kalıcı değil. yarın, başladı. orada ve burada. her yerde...
oysa düşünüyorum da, şövalyenin yaptığı tam anlamıyla bir hainlik. bulduğu özgürlük ortamında bol keseden konuşmak kolay. bir yerlerde, gencecik askerler onun özgürlüğü için, onun bu blogda kıçını yayıp ukalalık yapması için ölürken, o burda kıçını yayıp ukalalık yapıyor, nankörce! kutsallara laf atıyor, atatürk'e dil uzatıyor. ülkenin üzerinde oynanan oyunlardan farkında değil, soros'tan ya haberi yok ya da onun parasıyla tutmuş bu blog'u.
aslında soros'un kim olduğu konusunda ben de şüpheye düşüyorum, topu topu 1 milyon dolarlık yatırımı var adamın, ne yapabilir ki? allah allah. kafam karıştı.
hay allahımm yaaaaa!!! yani öeeeh be ya üff. ne olacak bu iş? neyse kendim olmayı seviyorum...
anlamıyorlar şövalyenin ne yazdığını... özgürlüğü hakaret etmek zannediyorlar. neden böyle yapıyorlar? çok pişmanım, keşke hiç konuşmasaydım... kendimi kötü hissediyorum. kafam allak bullak. ben kimim?
ben isimsizim. oyungezdim geçenlerde. kıymetli insanlar, kıymetli bir iş. onları sevdim.
bu blog ise çok garip. üç tip yorumcu var, üçü de birbirinden beter. ama bu blog'a yakışıyorlar. bu şövalye, devrim(!) mücadelesi ayağı yapıyor. saygım (!) sonsuz (&+). şövalye soyu (^'?=)!

ben isimsiz'im. bir kış gecesi'ndeki en önemli hava olayıyım. kendimi gizledim, açık ettim; sustum ve bağırdım. sevdim, nefret ettim; tükürdüm ve yaladım. bir kış gecesi, benim sayemde var. ben, bir kış gecesi'ndeki yolcuyum. her yerine giriyorum, her geleni okuyorum, bazılarına yorum, bazılarına küfür yazıyorum.

geceyi hissediyorum. gece soğuk. gece karanlık. bazen yalnız, çoğu zaman kalabalık. çok saçma, çok manasız, çok güzel, çok çirkin.

ben, isimsiz. eğer bir yolcu, olsaydım.
bir kış gecesi'nde olurdum.

4 Ocak 2008

bir sene önce, bir kış gecesi

27 ocak 2007 gecesinde yazmışım aşağıdakileri. ne çok şey oldu o zamandan beri, kendi hayatım için bile, ne büyük kırılmaydı o günler... naif geliyor şimdi okuyunca, çok daha karamsar bir ses tonu inşa ettim sanki bir senede. kendime çok daha yakıştırıyorum sanki bırakmayı. "insanlar" yerine "ülke"yi kullanan rakel dink'e ek yapmamışım o zaman, şimdi yapma ihtiyacı duyuyorum...

19 ocak'a az kaldı, bir hatırlatma olsun bana. belki burayı okuyan birkaç kişiye de... isimsiz'ler de davetli...

cenazede toplanan 100 bin kişi, benim içimde hrant’la beraber ölenleri yeniden hayata döndürecek mi? hrant dink bu ülkenin karanlığa karşı haykırdığı en büyük çığlığın sembolü olarak kalabilecek mi? şimdiden başlayan milliyetçi tepkiler, “hepimiz hrant’ız, hepimiz ermeni’yiz”i çok daha güçlü biçimde bastıracak bir geri tepmeye dönüşecek mi? bilmiyorum. kafam çok karışık. inanmaya çalışıyorum. ümidimi kaybetmemeye, mücadeleyi bırakmamaya çalışıyorum. mücadeleyi bırakırsam, hem hrant’a, hem ailesine, hem agos’a, hem de kendime, içimdeki hrant dink’e, içimdeki ermeni’ye ihanet edeceğimi hissediyorum. eşi rakel’in inanılmaz bir güçle söylediği gibi, o eşini bıraktı, çocuklarını bıraktı, torunlarını bıraktı, dostlarını, sevdiklerini bıraktı, ama ülkesini bırakmadı. ülkesini bıraksa diğer hiçbirini bırakmak zorunda kalmayacağını bile bile. şimdi bize bırakmak yakışır mı, tüm bunları bile bile?