16 Eylül 2007

varolmayan şövalye ve meçhul geyik anıtı





'isimsiz' okurum hayal kırıklığına uğrayacak belki, ama yine can sıkıntıları yön veriyor kelimelerime. katman katman can sıkıntısı, tüm vücudumda, ruhumda, parmaklarımın ucunda.
varolmayan şövalye'nin varolmayan hayatındaki varolmayan olaylar, kendi ellerinden çıkan, gerçek, varolan harflere dönüşüyor; yalan bir hayatın iç kanatan yaraları olarak, varolmayan (sanal) bir ortamda, yeni bir gerçeklik kazanıyor. 'can sıkıntısı' anlatan bir cümle bile güzel kurulmaya çalışılıyor, siliniyor, yeniden yazılıyor. tekrar tekrar okunuyor. yazı, bütün gerçekliğin üstünü örten, yeni bir gerçeklik yaratıyor. gerçek, yalan oluyor. varolmayan şövalye, yine, yalanların izini sürüyor. gerçeğin peşinde...

egosu yüksek insanlar için, bir tatlı kaşığı kadar bile tanınır olmak, çok zor bir şey. bir tarafta, o egoyu tatmin edecek bir kitle var takip eden, bir tarafta da o egoya zarar veren, kimisi müthiş başarılı çözümlemelerle egoyu çökerten, kimisi de sadece can sıkan...

" 'disiplinize' edilmesi gerek" demişler mehmet kentel için, "eğer yazmaya devam etmek istiyorsa". 'bir kış gecesi eğer bir yolcu'nun okurları katılacaklar mı bilmiyorum, ama çok geyik yazdığım söyleniyor. okuma zevklerini bir yaş skalasına göre belirleyen, "abi" olmayı bir yazarlık/okurluk mahareti sayanlar tarafından, abi'ler gibi olamamakla suçlanıyorum. bu "abi" saplantımız üzerine de yazmak istiyorum aslında ama, bugün ilgimi şu gereklilik cümlesinden başka bir yere toplayamıyorum:

"disiplinize edilmesi gerek".

bir okur, bir yazar hakkında bunu nasıl söyleyebilir? okuduğu yazının, daha güçlü birileri tarafından "disiplinize edilmesi"ni okur olmakla nasıl bağdaştırabilir? eğer okur yazarın "disiplinize edilmesi" gerektiğini düşünüyorsa, kendi özgürlüğünü, kendi gözünü, kendi algısını nasıl koruyacak? yazı yazmak karşılıklı yapılan bir iştir. eğer bir tarafı "disiplinize" ettirirseniz, diğer tarafın dokunulmadan kalması mümkün mü?
bir yazarın sansürlenmesini istemek bile daha onurlu bir davranış gibi geliyor bana, en azından yazar, yazdıklarını, kendi 'disipline edilmemiş' (artık doğrusunu kullanabiliriz) benliğiyle kaleme alabilir. sonra yazısının başına ne gelirse gelsin, kendisinden çıkmıştır, okurun (sansürcünün) malı olmuştur artık. oysa disipline etmek, bir yazarı uysallaştırmak, onu 'norm'a, 'olağan'a, 'sıradan'a çekmek, onu 'eğitmek', 'olgunlaştırmak'... başkalarının istediği şeyleri, kendi istiyormuş gibi yazdırmak. işte gerçek kölelik. insan foucault'yu (yeniden, sıkılmadan) hatırlamadan edemiyor:

"discipline produces subjected and practiced bodies, ‘docile’ bodies."

kullaştırılmış, uygulanmış, önceden hazırlanmış, yalan bir öznellik sıvısı altında, 'uysallaştırılmış' bedenler. bizler. 'disiplinize edilen' bir çağın, özgür çocukları...

bu satırların hemen solunda, garip bir ifade var, bir başlığı teşkil ediyor, şöyle:

kim(lik)[siz]

şimdi hakkımda edilen laflara bakıyorum da, ne kadar da doğru bir ifade bu. tek bir dergide aynı anda çok fazla geyik yazmak ve çok fazla ağır yazmakla itham edilince; bambaşka bir mecrada çıkartma savaşı verilen başka bir dergide teoriye boğulmamam konusunda defalarca uyarılınca, arkadaşlarımla defalarca sokak diline düşmeme kavgası yapınca; kimlik denen içi fevkalade dolu yapının aslında nasıl da ifade edilemez, indirgenemez bir şey olduğu konusunda şüphe kalmıyor ortada...

varolmayan şövalye, bir geyik.
geyiğe binmiş bir yalan.
yalana binmiş bir fikir.
belki,
bir kış gecesi,

eğer bir yolcu...

32 yorum:

Adsız dedi ki...

disiplinize etmekten kasıt cümleleri ve düşünceleri toparlamaksa 'abilere' katılıyorum. aklına geleni bir paragrafta yazıp, -kusura bakma- çok da fazla bir şey anlatmıyorsan, okuyucuyu sadece uzun ağdalı anlatımlara boğuyorsan, disipline olman faydalı olacaktır. bir şeyleri güzel anlatmak; yazının amacı bu. sen 'güzel anlatmak' kısmında çok başarılısın ama biraz da 'bir şeyler' anlat.

inesis. dedi ki...

bir yazının iç disiplini farklı bir şeydir, kanımca, bir de bir yazarın bir değnekle dürtülme suretiyle "disiplinize edilmesi" (şu anlamsız lafı da o kadar sık kullandım ki sözlüğüme girecek yakında). bahsedilen yazılar "bir kış gecesi eğer bir yolcu"daki yazılar değildi, çok farklı türlerde, çok farklı üsluplarla yazdığım şeylerdi; iç disiplinleri olduğundan kuşkum yok.
bir kış gecesi'nde "bir şeyler" anlatmadığım eleştirisine gelince. bir şeyler, o kadar uçsuz bucaksız bir kategori ki, ben muhakkak "bir şeyler" anlattığıma eminim. bilmiyorum "güzel anlatmak" konusunda söylediklerin gerçek hislerin mi, yoksa teselli ödülüm mü, ama samimiyete güvenerek, böyle bir eleştirinin benim için ziyadesiyle kâfi ve tatmin edici olduğunu söyleyebilirim...

teşekkürler

PeaCeMaC dedi ki...

Bu eleştirileri anlamakta gerçekten zorlanıyorum ve yersiz olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sadece inbox yazmadığında biliniyor mu merak ediyorum.

İnbox'tan neler bekleniyor ki, bence gayet iyi götürüyorsun.

Saygılar

Adsız dedi ki...

Disiplinize kelimesine ben de çok takıldım. Ama takılırken güldüm baya. En son okuduğum Inbox'ın şimdiye kadar okuduğum en eğlenceli inbox'lardan biri olduğunu söylemek istiyorum. Biz dergiyi yıllardır okuyoruz evet ama okur kitlesine her yıl yeni insanlar katılıyor ve soruların içerikleri hep aynı oluyor bu yüzden. Haliyle yeni okuyanlara değil ama aynı soruyla yüz kere karşılaşan bizlere daral geliyor. Bu yüzden biraz geyik bu sıkıntılı döngüyü harika bir şekilde kırar diye düşünüyorum. Geyiğe maruz kalan arkadaşlar esprinin altında kalıp alınganlık yapıyorlar gibi geliyor. Sonuçta Bay Kentel kimseyle alay ederek orada yazı yazamaz yazmaz da. Döğer abileri yoksa :P. Yayın hayatında başarılar Mehmet.

Adsız dedi ki...

"şekerli bi tat" var yazılarınızda..ben eleştiri yapamam başka,hem neden yapıyım..hoşuma gitti(sevdim yani;sanki tanıdık..),hep okuyacağım,hep yazın..

Adsız dedi ki...

Bence doğru yoldasın.Yeni oluşumda varolarak ne kadar delikanlı olduğunu kanıtladın.Tek hatan ilk inboxlarda kantarın topuzunu biraz kaçırman oldu.Sonra toparladın ama malesef adı çıktı 9a inmez 8e durumu oldu herhalde.Bence yeni dergide yazıların harika olacak.Tekrar kararından ötürü tebrikler. (Bu mesajı sinan beyin blogunada geçtim) Saygılar...

Adsız dedi ki...

dostum, siz yazı yazın, hep yazı yazın, sadece yazı yazın.

ama inbox'ta yazarsanız komiklik yaparken, sorulara az da olsa cevap vermeyi unutmayın :)

sevgiler saygılar..

Adsız dedi ki...

Edebiyatta kişi almak istediği "şey"i alır."bir şey" görecelidir.bu yüzden bir şiir herkese farklı duygular tattırabilir.mehmetin "bir şey" anlatmadığına katılmıyorum.Dergi'de yazdığı yazılar da bana kalırsa güzel(klavyene sağlık).Feyling'e katılıyorum derginin uzun süredir okurları olarak hep aynı konlarda tartışmaktan gına geldi.ayrıca inbox'a yıllardır aynı mesajların geldiği oluyor(yok ..beni kaç sene götürür vs.)onlara geyik cevaplar vermek artık müstahaktır:)ki dergide geyik fazlaymış şöyleymiş böyleymiş kesinlikle katılmıyorum bu saçma yorumlara.şahsen inbox'ın o geyik yapısına bayılıyorum.Berker ve sinan abi'yle kıyaslıyorlar seni ona da uyuz oluyorum.HEm zamanında onlar da geyiği alasıyla yapmışlardı o zaman niye şikayet etmemişler.
sen kafana takma mehmet,kendini disipline falan da sokma
Meyve veren ağaç taşlanır..
arkandayım.
Zımbılik(uğur)

Adsız dedi ki...

Sen takma bunları kafaya Mehmet "Abi". Anlayan anlar, anlamayan selametle gider. Kaldı ki gidenleri hesabın "Gelirler" kısmını yazmalısın; bu senin kârınadır zira.

Krokini çiz, koordinatlarını bildir Scotty...

...Kek yemeye geleceğim.

homesick alien dedi ki...

anlamak, anlatmak ve anlaşılmak... bu üçü arasındaki ilişki yazar açısından çoğu zaman tek bir şeyle açıklanır; hayal kırıklığı. anladığınla anlattığın arasında daima eksik kalan sözcükler olduğunu bilmenin hayal kırıklığı mesela. anlattığının bir bölümünün asla anlaşılamayacağını, yaptığın şeyin doğasında böyle kör bir nokta olduğunu bilmenin hayal kırıklığı.. ve anlaşılmayanın ne olduğunu anlayamamaktan kaynaklanan hayal kırıklığı..

ve evet, anlatamadım muhtemelen ama mehmet k. kentel'in yazdıklarıyla kurduğum "anlam(a)" bağını anlatmak gibi nafile bir amaca soyunmanın anlamsızlığı karşısında bunun bir önemi yok.

yazarın sorumluluğunun, yazı disiplininin ya da disiplinsizliğinin sınırları mahremdir. bir okur olarak bunu beğenme ya da beğenmeme hakkım olduğunu biliyorum. ama dadacı tristan tzara'dan bir "suç ve ceza" yazmasını ummak, nazım hikmet'e "yayınevi editörü tarafından disipline edilebilseydi nefis korku hikayeleri çıkarabilirdi" demek yazarın mahremiyetine tecavüzün ötesinde bir cehalet gösterisinin orta yerine düşmeye sebeptir ki allah kimsenin başına vermesin diyebilirim ancak.

Adsız dedi ki...

Başını Calvino'dan kaldırabilsen Mehmetçim bir parça, azıcık da Clancy'ye versen kendini, anlayacaksın bu eleştirilerin nerelerden geldiğini.

Ha bu arada Inbox'a gelen soruların cevaplanmasıysa dert, bence okur kendini Teknik Servis'e vermeli. Orada biz her soruyu cevaplıyoruz. Hem de araştırarak, detaylandırarak. Yok Inbox bu derginin muhabbet alanıysa o zaman muhabbete verin kendinizi. O alanda her sorunun ciddiyetle cevaplanması gibi bir zorunluluk göremiyorum ben.

Ayrıca o malum yorumlarda bahsedilen "disiplin" sahibi yazarların aramızda pek yeri olabileceğini de sanmıyorum. Şahsen kendimde görmüyorum böyle bir disiplin.

Adsız dedi ki...

Ya neden etrafımızdaki şeyleri olduğu gibi kabul edemiyoruz bir türlü? Neden illa beğenmek ya da beğenmemek zorundayız? Beğenmediğimizi illa değiştirmek zorunda mıyız? Sürekli bir şeyleri başka şeylerle karşılaştırıp birini diğerlerinin üzerine çıkarmaya çalışıyoruz, beğendiğimiz şey evrensel bir gerçek, inkar edilemez bir fenomen olsun diye karşısına koyduğumuzu yerin dibine sokmalıyız illa ve beğendiğimizi de ilahlaştırmalıyız çünkü o en iyisi, öyle olmasaydı onu seçmezdik zaten. Şeyleri birbirleri ile kıyaslamasak olmaz sanki, Batıyla Türkiye'yi, İskender ile Fatih'i, Yüzüklerin Efendisi ile Yıldız Savaşları'nı savaştırıyoruz birbiriyle arenadaki galdyatörler gibi, biri mutlaka diğerlerinden üstün olmalı yoksa zinhar kabul edemeyiz, seçemeyiz. Sanki seçmek zorundayız. Mehmet Kentel'den Sinan Akkol olmasını istemek nasıl bir bencilliktir Allahım! Karşındakine kendini beğendirmek için gülüşünü değiştirmek nasıl bir adiliktir. Yazdığı şey daha çok satsın diye "kurgusal" okuyucusuna boyun eğen adam, Nobel almak için halkına iftira eden yazar, oy toplamak için Atatürk'e küfreden politikacı, kendini daha çok satmak için göğüslerini büyüttüren fahişe... Sen bunlardan biri değilsin (galiba),(umarım).

Şimdi sana şöyle desem; bak Mehmet bence böyle yap: okurların istediği gibi değiştir kendini ya da sakın değişme kendin ol sadece. Bunu yapmalı mıyım acaba? yapabilir miyim? Her şeyden önce ben sadece senin kurgusal okuyucunum, yokum aslında, kafandayım sadece senin. Sen bunları yazmasaydın ben de olmazdım, ne yapacağını sana ben söyleyemem...

"anladığınla anlattığın arasında daima eksik kalan sözcükler olduğunu bilmenin hayal kırıklığı"

Adsız dedi ki...

Level dergisini level yapan herzaman alınmasını ve okunmasını sağlayan Gayet ciddi oyun yazıları, disipline olmuş yazarları, her sorusu düzgün yanıtlanmış inboxları değildi.Yazarların samimiyeti, esprili dilleriy di.Bunu derken oyun incelemelerinin önemsiz olduğunu söylemiyorum ama olay sadece ciddiyetse oyunlarla ilgili sitelerdede gayet güzel takip edebilirdik oyun yazılarını.
Ben Mehmet Kentelinde inboxlarını gayet keyifle okudum.Berkerin yada sinanın inboxları kadar iyi değildi belki ama bunun disipline olup olmamakla hiçbir ilgisi yok.
Yeni dergidede yazılarını aynen bekliyoruz.

Adsız dedi ki...

Yazdıklarımı şimdi tekrar okudum da. İçimdekileri kusmuşum resmen. =D
Ama hâlâ bulanıyor midem.

ikinehir dedi ki...

mehmet, o yalan. "yazmaya devam etmek istiyorsa disiplinize edilmesi gerek" cümlesi yalan. çarpıtılmış, pis bir cümle.

şundan çarpıtılmış, şundan pis bence orda demek istediği "eğer benim onu okumaya devam edeceksem, onun disiplinize edilmesi gerek". aslı bu o cümlenin. şöyle bir varsayım da var bence böyle bir cümlenin kurulabilmesinin ardında: yazar okuyucu için yazar. benim varlığımdır yazarı mümkün kılan. bu yüzden ben, yazara tavsiye kılığı altına girmiş emirler vermekte haklıyım. bu yüzden o cümleyi disiplinize edilmesi gerek şeklinde kurdum. mehmet'i disiplinize edecek olan benim bu isteğimdir. isteğim de bir okuyucunun isteği olduğu için yerindedir. müşteri her zaman haklıdır. pls ltf tşk bye. nokta.

yani yazmaya devam etmen için disipline gerek falan yok. sen yaz bildiğin gibi,yazarsın da zaten. ama "öyle" yazmazsan okunmazsın-satmazsın(mış). dostane tehditler, oksimoron gibi duruyor ama değil. bana da böyle şeyler çok pis geliyor. iğrenç, çiğ. yani en azından dürüst olunsun istiyorum. o cümle "okunmaya devam etmesi" için şeklinde kurulsaydı eğer, yine öfkelenecektim ama bu kadar öfkelenmeyecektim. ama yani hakikaten çiğ.

nerelerde yazdığını bilmiyorum ama belki hakikaten, o yazdığın dergi vsr her neyse, istediğin gibi yazamayabilirsin. seni bi şekilde, "disiplinize" ederler belki. ama burda, en azından, istediğin gibi yaz. geyik yap, saçmala, ciddi yaz, içini dök. dağıt, karışık yaz istiyorsan. herşey, "bir şey" sonuçta, bence. eğer içinden sınırsız geyik yapma isteği geliyorsa ama sen kendini "marquez'in büyülü gerçekçiliği üzerine bir deneme" yazmanın daha iyi birşey olduğu gibi bir zorunluluğa zincirlenmiş hissediyorsan, klişe ama, kır zincirini anacım.

bunları da sık sık geyik bişeyler yazan bir bilogır olarak söylüyorum. geyik okumak isteyen okuyucuları beklerim.

Adsız dedi ki...

Bu kadar kafanı takmaya değecek bir konu değil bu bence.Kim bilir senin yazdıkların ve kişiliğin hakkında daha ne değişik fikirleri olan insanlar vardır.Birinin senin disipline olmanı dilemesi ya da istemesine senin bu kadar uzuuuuun ve zor anlaşılır bir cevap yazman gereksiz bir olayı daha da gereksiz hale getiriyor.Bence önemli olan senin ne için,neden yazdığın.Para için mi?sanat için mi(?)Kendini tatmin etmek için mi?Yoksa insanlara bir şeyler anlatabilmek ya da sunabilmek için mi?Bunlardan biri hariç diğer bütün durumlarda okurların düşünceleri bence şeyinde bile olmaz.O bir tek istisna da yazmana devam etmek için geçerli tek sebebindir bence.
-IchigoTheShinigami-

Adsız dedi ki...

şimdi burda 'biri' 'bir başka biri' için kendini disiplinize etmesi gerektiği yargısına varmış.. Hakkını yemeyelim, tercih şansı var 'eğer yazmaya devam etmek istiyorsa...
'disiplinize et kendini' ne büyük laf, ne cesaret, ne gereksizlik...

hakikaten eğer o isimsiz seni okumaya devam etsin istiyorsan muhakkak disiplinize(kaçıncı kez kullanılıyor?) et kendini...

bu isimsiz ise yazılar disiplinli mi değil mi çok anlamıor belki ama yazılanları okumaktan keyif alıyor..o da ona yetiyor

herkes her yazılanı aynı algılamak, anlamak zorunda değil... Aynı şekilde içindeki herşeyi, bir şeyi de herkes anlamak zorunda değil... Ben kendime göre bişiler anladım, bu da yetti..=)

saat geç, isimsiz yorgun yazı nasıl bitirilir şu an kestiremiyor...
ama bitti...

PS: bu isimsiz aslında çok isimli ama yeni trend uyum sağlamak lazım die düşündü..

OttO dedi ki...

Level'ın son jenerasyonundan severek okuduğum yazarlar sen ve Olgay. İkinizinde o sevilen ağır abiler+abla ile beraber olduğunuzu duyunca gerçekten sevindim.
Bildiğin gibi devam et, geyikse kralını yap (Kraliçe olsa daha iyi ya...).
Olay gittikçe senin Inbox tarzının tartılması gibi olmuş ama sen kantara gelme boşver. Eleştiri gelirse zaten alır bakarsın, artık tecrübe sahibi bir yazar olarak. Demek istediğim forum veya başka ortamlarda hayatı geyik olan kişiler senin için fazla geyik yapıyor falan diyorlar ya, onu boşver işte...
Burası destek/köstek mesajları yeriyse al sana destek...
Tüm yazarlar istediği gibi yazsın, istediğimiz gibi değil...

İz-Süren dedi ki...

Bende yazacağım desteğimi...Kötü olmayan herşey güzeldir...Bir ressam varmış zamanında birde ustası..ressam acemi resimler yapar ve sürekli özgüveni düşermiş...Ustası sonunda ona bir resim yapıp meydana koymasını söylemiş..Her geçen, resim deki bir hatayı belirtecek bir not bırakacakmış..Tabiki de bir zaman sonra bir çok not birikmiş herkes fikrini yazmış, resim gözükmez olmuş...Sonra ustası ressamdan aynı resmi bir kere daha koymasını söylemiş fakat bu sefer resmin yanlış taraflarını boya ve fırçayla başkalarının düzeltmesini istemiş.. Bir zaman sonra gelmiş bakmış resimde hiçbir değişiklik yok...
Peki bunun ne alakası var yazıyla?
Hiçbir alakası yok..Mehmet abi ye sevgim saygım sonsuz..Yazılarını da severim..Laf eden daha iyisini yazsın..Ayrıca kim belirliyor hangisi iyi hangisi kötü sorarım size??

İz-Süren dedi ki...

Biraz düşündüm daha sonra diğer yorumlarıda okudum..Herkes den bir bilgi alabilirsiniz..O kişi size kendini anlatır..Bazen kötü, karmaşık anlatabilir. Hiçbirşey de anlatmayabilir..Ama yazının içine kendini katar...

Adsız dedi ki...

ofcm dedi ki:
"Ha bu arada Inbox'a gelen soruların cevaplanmasıysa dert, bence okur kendini Teknik Servis'e vermeli. Orada biz her soruyu cevaplıyoruz. Hem de araştırarak, detaylandırarak. Yok Inbox bu derginin muhabbet alanıysa o zaman muhabbete verin kendinizi. O alanda her sorunun ciddiyetle cevaplanması gibi bir zorunluluk göremiyorum ben."

sanırım bu cevap benim şu yorumum üzerine geldi:
"dostum, siz yazı yazın, hep yazı yazın, sadece yazı yazın.

ama inbox'ta yazarsanız komiklik yaparken, sorulara az da olsa cevap vermeyi unutmayın :)

sevgiler saygılar.."

an itibariyle de(bu cevap benim yorumum üzerine yazılmamış olsa bile) en son cevabımı vereyim:

birincisi, ben inbox'taki sorular ciddiyetle cevaplanmak zorundadır diye bir şey söylemedim. demek istediğim inbox'taki soruların cevaplanması. evet ciddiyetle ya da ciddiyetsiz, bir baba gibi ya da lan party'e gittiğiniz bir arkadaş gibi, ya da kendi tarzı olan bir yazar gibi. herkesin rahatsız olduğu şey de bu bence. soruların hiç cevaplanmaması. mehmet, inbox'ta geyik yapabilir,komiklik yapabilir ve biz buna gülmeyiz ya da güleriz. severiz ya da sevmeyiz. ama dergide inbox diye bir bölüm varsa ve bu bölümün okuyucudan gelen soruları cevaplamak gibi bir konsepti varsa; siz soruyu cevaplamadan sadece okuyucuyu dalgaya alırsanız bir süre sonra tepki görmeniz kaçınılmaz olur. zaten dergide bu şekilde muhabbet edilen inbakscik diye bir bölüm mevcut. mehmet, (kaçıncı sayıydı hatırlamıyorum) özellikle bir sayıda neredeyse hiçbir soruya cevap vermeyerek ve bana komik gelmeyen bir üslupla ilginç cevaplar vermişti inbox'taki sorulara. sadece o soruları yazanın kendim olduğunu düşündüm. level'a iyi niyetle bir mail atıyorum ama inbox'ta yazan kişi bana abuk bir cevap veriyor, yapacağı geyik için neredeyse beni kullanıyor. durum bana böyle gelmişti ve özellikle o sayıda inbox'ı okumaktan müthiş rahatsızlık duymuştum. Tamam inbox'a yazılan herşey soru değil, muhabbet şeklinde gittiği de oluyor zaman zaman, bunlarla ilgili konuşurken de konudan tamamen sapmadan geyik yapmak gerekiyor. He bu nasıl ayarlanır? Sanırım tecrübe işi. Sonuçta Mehmet ile yaşlarımız sanırım aynı ve belki ben onun yerinde olsam ben de aynı hatayı yapıyor olabilirdim. Bu arada gerçekten rahatsız olduğum inbox, tek bir sayıya özgü diyebilirim. Ama ondan öncesinde de Mehmet inbox'ın tadını kaçıracak gibi geliyordu bana. Zaten o sayı patlama noktası oldu gibi ve sonrasında gelen tepkiler sanırım Mehmet'i biraz etkiledi. Tarzı değişmedi ama biraz yumuşama gördüm. Şimdi bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi gerçekten cevaplayamam. Söyleyebileceğim tek şey şu oluyor: inbox'ı rahatsız olmadan okumaya başladım.

Disiplinize edilmek gibi bir şeyi desteklemiyorum tabi ki. Bir yazarın tarzına karışılmasını da desteklemiyorum. Sadece verdiğiniz konsepte uymamayı bir alışkanlık haline getirmek okuyucuda rahatsızlık uyandırabiliyor. Söylemek istediğim bu.

Olayın bir de diğer tarafı var tabi. Ofcm kim bilemiyorum, sinan ya da tuğbek olabilir ya da oyungezer dergisinden bir başkası. Eğer gerçekten şu anki Oyungezer kadrosundan birisiyseniz size de şunları söylemek istiyorum: Şimdi bu blogda Mehmet gördüğü tepkiden dolayı hissettiklerini yazmış ve biz de onun üzerine tartışıyoruz. Siz de "teknik servis'te herşeyi cevaplıyoruz" gibi bir şey söyleyerek olayı başka tarafa çekmiş oluyorsunuz. Bu da bence rahatsızlık verici bir şey. Çünkü olay kabaca şöyle görünüyor; biz sizin arkadaşınıza saldırdık, siz de alaycı bir tavırla cevap vererek onu bizden koruyorsunuz. Bu tepki neden ki? Sonuçta biz de sizin arkadaşınız sayılırız.
Zaten Level'da sevmediğim tek şey Level'a ve Level yazarlarına eleştiri geldiğinde aşırı tepki vermenizdi.

Neyse fazla uzattım gibime geldi. Zaten ilk yazdığım mesajda, Mehmet'in yazılarını sevdiğimi söylemiştim. Sonuç olarak bu mesajı kaale alır ya da almaz, cevaplar ya da cevaplamaz, inbox'taki tavrını değiştirir ya da değiştirmez, onun tercihidir ve karışamayız pek tabi. Ama bunların hiçbiri Mehmet'in oyun incelemelerini beğenmemi etkilemez. Diğer yazılarına güldüğüm de oluyor zaman zaman, bu adamdan nefret etmiyorum yani. Demek istediğimi anlatabildiğimi umuyorum.

Eleştirilere karşı bu kadar kapalı olmayın.

Adsız dedi ki...

" katman katman can sıkıntısı, tüm vücudumda, ruhumda, parmaklarımın ucunda."

birisi'nin "varolmayan hayatındaki varolmayan olaylar"

" yalan bir hayatın iç kanatan yaraları "

" yeni bir gerçeklik "

" bütün gerçekliğin üstünü örten, yeni bir gerçeklik "

" gerçek, yalan oluyor. "



" belki,
bir kış gecesi,

eğer bir yolcu... "

Adsız dedi ki...

" ben uykuda sultandım, uyanınca hiç oldum. "

Adsız dedi ki...

peki kimliksiz ne kadar yaşanır?(Dr.bey)

inesis. dedi ki...

nasıl oldu böyle bir şey? nerden çıktı bu? nasıl yüzüme çarpıldı bütün bunlar?
çok şaşırdım, çok etkilendim, çok garip....
ben uykuda sultandım, uyanınca hiç oldum.
evet, elbette...
teşekkür ederim...

Adsız dedi ki...

sen yaptın!

ilk alıntı (bir tanecik)şövalyemden,
ikincisi shakespeare'den,
üçüncü şey, birisi'nden.

iyi ki varsın.

(ama "ben" diye bir şey, sorunlu bugünlerde)

inesis. dedi ki...

shakespeare... evet, elbette, farkındayım...

ama ben bu sözü kullanmıştım. alıntılamıştım shakespeare'den. nerde yaptığımı hatırlamıyorum. sen biliyor olamazsın, biliyor musun? burda mıydı?

Adsız dedi ki...

hayır değildi.
ne güzel...

(ve evet, ben biliyor olamam. ama bildiklerim için minnettarım.)

inesis. dedi ki...

level'da en sevdiğim yazılarımdan birinin spot'unu süslüyordu... sanki benim çevirim daha güzel=)

Europa Universalis III

"Uykumda bir kraldım, ama bir hiçim uyandığımda.” (W. Shakespeare)

“Savaşın sonunu sadece ölüler görür.” (Platon)


“Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Bu bana aittir!” diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da hemcinslerine “Bu sahtekâra kulak vermekten sakınınız! Meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise kimseye ait olmadığını unutursanız, mahvolursunuz.” diye haykıracak olan adam, insan türünü nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden, nice yoksulluklardan ve nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu.”

J. J. Rousseau

“Yazdığım an'ı nasıl tanımlamalı?" demiş Foucault. Şu an hissettiklerimin daha iyi bir karşılığı olacağını sanmıyorum.Yazdığım anı nasıl tanımlayabilirim size? Bir oyun dergisine, oyun inceliyorum, en basit haliyle. Peki hemen yanı başımda duran dört ayrı uygarlık tarihi kitabını nereye koyacağım bu tanımın içinde? Ya fonda çalan Mozart’ın Requiem’ini?

“Yazdığım an’ı nasıl tanımlamalı?” Tarih yazdığım şu anı nasıl tanımlamalı? Hükmettiğim yüzyıllar boyunca öldürdüğüm ve benim yüzümden ölen binlerce askerin mezar taşına ne yazmalı? Yokettiğim dilleriyle yerliler ne söylemeli torunlarına? İşgalim altında ezilen onlarca ülkenin tarihçisi beni nasıl anmalı? Ben burada tarih yazarken, bu satırlar dilimden dökülürken ve dolmakta olan bir word dokümanı tüm bunlara tanıklık ederken, size yazdığım şu anı nasıl anlatmalı?

Adsız dedi ki...

Ah, evet, senin çevirin daha güzel.
o çeviri bana ait değildi.(denemedim bile...)
ve ben de zaten çeviriden rahatsız olmuştum, özellikle "sen benimdin" den itibaren olan kısımdan.
senin çevirini kullanacağım artık sağda solda, haberin olsun.


bu arada, reçetemle tanış:

varolmayan şövalye,

f.k.(arşivinden, zor zamanlar için sakladığım, okunmamış bir miktar yazı),

birkaç uyuz(normal şartlarda) şarkı,

shakespeare,

highway pursuit.

(ben aynı listeye koydum ama?)

Adsız dedi ki...

ha bi de, platon'a saygılarımla,
onun sözünün üstüne yazı tanıyorum ben.(kutsal perşembedeyiz...)

demek ki neymiş, düşünmek yetmezmiş, tatlı ifade lazımmış bi de...

inesis. dedi ki...

plato'yu sevmem aslında. f.k.yi severim.