ne güneşler doğuyor o küçük beyaz kulübelerin içinde...
bu gece, bazılarınız uyuyacak ve uyanacak. bazılarımız hiç uyumayacak. sadece uyurgezerler, bu işte bir iş olduğunu anlayacak. yarın sabah gazete bayilerinde bir oyungezer olacak.
oyungezer'in ilk sayısının içeriği için lütfen şuraya...
4 yorum:
Adsız
dedi ki...
sabah derse geç kalmak pahasına bakkalda durdum, zorlu uğraşlar sonucu sağdaki raflarda değil sol’da, yerde olduğunu gördüm. okula gelene kadar ambalajı açtım. goyun’u gördüm, gülümsedim… sayfaları çevirdikçe bir enerji sızdı içime, bir heyecan, umut, tedirginlik, yorgunluk, mutluluk… derse girene kadar bazı cümlelerin başını, bazılarının sonunu, birkaçında yalnızca yazarın adını okudum. dersten çıktım, çimenlere oturdum. ders yapmak ve yemek yemek dışında birşeyler vardı yapmam gereken, hatırlayamadım, çantamı açtım, hatırladım. elime aldım. kapısından dahi geçmediğim bir evrenin nasıl bu kadar tanıdık geldiğine şaşırdım. her sayfasına, resimlerine, resim altlarına, yazı başlarına, imzalara baktım… öyle bir heyecan var ki her köşesinde, öyle tatlı bir yorgunluk… o kadar içten, o kadar ilgili, o kadar “insan” ki tüm yazılar… hadi yalan olmasın, okuduğum kadarı… o hiç tanışmadığım, hatta muhtemelen tanışmayacağım yaratıkların, savaşçıların, futbolcuların arasında ilk kez yabancı hissetmedim kendimi. tanışıklığa ihtiyaç duymadım. onları tanıyanları tanımak yeterli geldi. bu açıklama da yetersiz, onları tanıyanları dahi tanımadığım söylenebilir çünkü, zira hiç tanışmadık –neredeyse- hiçbiriyle. üstelik diğer bilimum okur gibi aynı ekrana bakmış, aynı tuşlara basmış, aynı aşamalardan geçmiş, aynı tutkuyu tatmış da değilim onlarla. ama sevdim. bir şeylere bu denli gönül vermiş, emek vermiş, saygı duymuş, bir şeyleri bu denli hayatına sokmuş, hayatıyla yoğurmuş, sonra da hayatını kağıda koymuş insanlarla bir saat geçirdim, ve sevdim onları. ayakları üşüyenleri, geçen gün orada şimdi burada olanları, eski moda sibernetik adamları, benliğinde projektif sürmenajlar ruhunda engellenemez patinajlar olanları, toplantılara yastık yorgan getirenleri, headbang yapanları, çakma calvinoları, anlam arayanları… çok tanıdığımı söyleyemem kendilerini -biri hariç, itiraf etmeli-, ama beni dünyalarına buyur ettikleri, belki yalnızca çağırdıkları, başlangıçların bulaşıcı enerjisine ortak ettikleri için minnettarım onlara… yolunuz açık, gönlünüz ferah olsun, çok kıymetli insanlarsınız, çok kıymetli bir iş çıkarmışsınız… gibi geldi bana, bilmem, başkalarına da gelmiştir herhalde aynından…
dergiyi buldum, aldım ben bugün... senin için farkeder miydi bilmiyorum ama al dedin diye aldığımı sanıcaksın diye sana söylemedim aldığımı =)gizli kalıcak söylemicem de...
Her sayfasına samimiyet yansımış, sıcacık olmuş. Hava yağmurlu benim içim sıcacıktı okurken. Bu bir bilgisayar dergisiydi de mi yanlış yere yanlış bi yorum mu yazıyorum acaba? Ama ben bilgisayar oyunu oynayamam ki. Hilelerini bilmeyince canım istemez oynamayı; bulunca da keyifsiz gelir oynamak. Kısır bir döngü benimki.
Oyun gezen bir dergi ve ben, yanyana biraz eğreti oluyor ama öylesine heyecanlısın ki yaptığın işte, tavuk suyuna çorba hikayesi gibi bu benim için... =)o gözle okudum böyle de romantik(!) bi yorum yazdım işte.
Kısa gözlem ve tetkiklerin ardından şunu söyleyebilirim ki : 1-Eleştiren Yorumcu 2-Sokuşturan Yorumcu 3-Edebi Takınan Yorumcu çeşitlerimiz sadece bu blogda mevcuttur..Buna benzer her türlü yoruma cevabım şudur! Bu arkadaşımızda ne cevherler var bakınız inbox'a bakınız posta bölümüne!ne kadar da güzel ce düşünülerek yazılmış!? tarih bilgisinin yanında anlatım gücü de yüksek bu yüzden Level 'da yarım kalan devrim mücadelesinde Kentel soyuna saygım sonsuz...
4 yorum:
sabah derse geç kalmak pahasına bakkalda durdum, zorlu uğraşlar sonucu sağdaki raflarda değil sol’da, yerde olduğunu gördüm. okula gelene kadar ambalajı açtım. goyun’u gördüm, gülümsedim… sayfaları çevirdikçe bir enerji sızdı içime, bir heyecan, umut, tedirginlik, yorgunluk, mutluluk… derse girene kadar bazı cümlelerin başını, bazılarının sonunu, birkaçında yalnızca yazarın adını okudum. dersten çıktım, çimenlere oturdum. ders yapmak ve yemek yemek dışında birşeyler vardı yapmam gereken, hatırlayamadım, çantamı açtım, hatırladım. elime aldım. kapısından dahi geçmediğim bir evrenin nasıl bu kadar tanıdık geldiğine şaşırdım. her sayfasına, resimlerine, resim altlarına, yazı başlarına, imzalara baktım… öyle bir heyecan var ki her köşesinde, öyle tatlı bir yorgunluk… o kadar içten, o kadar ilgili, o kadar “insan” ki tüm yazılar… hadi yalan olmasın, okuduğum kadarı… o hiç tanışmadığım, hatta muhtemelen tanışmayacağım yaratıkların, savaşçıların, futbolcuların arasında ilk kez yabancı hissetmedim kendimi. tanışıklığa ihtiyaç duymadım. onları tanıyanları tanımak yeterli geldi. bu açıklama da yetersiz, onları tanıyanları dahi tanımadığım söylenebilir çünkü, zira hiç tanışmadık –neredeyse- hiçbiriyle. üstelik diğer bilimum okur gibi aynı ekrana bakmış, aynı tuşlara basmış, aynı aşamalardan geçmiş, aynı tutkuyu tatmış da değilim onlarla. ama sevdim. bir şeylere bu denli gönül vermiş, emek vermiş, saygı duymuş, bir şeyleri bu denli hayatına sokmuş, hayatıyla yoğurmuş, sonra da hayatını kağıda koymuş insanlarla bir saat geçirdim, ve sevdim onları. ayakları üşüyenleri, geçen gün orada şimdi burada olanları, eski moda sibernetik adamları, benliğinde projektif sürmenajlar ruhunda engellenemez patinajlar olanları, toplantılara yastık yorgan getirenleri, headbang yapanları, çakma calvinoları, anlam arayanları… çok tanıdığımı söyleyemem kendilerini -biri hariç, itiraf etmeli-, ama beni dünyalarına buyur ettikleri, belki yalnızca çağırdıkları, başlangıçların bulaşıcı enerjisine ortak ettikleri için minnettarım onlara… yolunuz açık, gönlünüz ferah olsun, çok kıymetli insanlarsınız, çok kıymetli bir iş çıkarmışsınız… gibi geldi bana, bilmem, başkalarına da gelmiştir herhalde aynından…
dergiyi buldum, aldım ben bugün... senin için farkeder miydi bilmiyorum ama al dedin diye aldığımı sanıcaksın diye sana söylemedim aldığımı =)gizli kalıcak söylemicem de...
Her sayfasına samimiyet yansımış, sıcacık olmuş. Hava yağmurlu benim içim sıcacıktı okurken. Bu bir bilgisayar dergisiydi de mi yanlış yere yanlış bi yorum mu yazıyorum acaba? Ama ben bilgisayar oyunu oynayamam ki. Hilelerini bilmeyince canım istemez oynamayı; bulunca da keyifsiz gelir oynamak. Kısır bir döngü benimki.
Oyun gezen bir dergi ve ben, yanyana biraz eğreti oluyor ama öylesine heyecanlısın ki yaptığın işte, tavuk suyuna çorba hikayesi gibi bu benim için... =)o gözle okudum böyle de romantik(!) bi yorum yazdım işte.
heyecanını(zı) kaybetmemen(iz) dileğiyle...
sevgiler sevgiler sevgiler
dergiden bağımsız, burda yazdıklarından bağımsız; tamaman benliğine ait; içselleştirdiğin bi sıkıcılığın var...
sıkıcısın mehmet kentel...
yapıcak hiç bişi yok gerçekten...
püf ya sana!
=)
Kısa gözlem ve tetkiklerin ardından şunu söyleyebilirim ki :
1-Eleştiren Yorumcu
2-Sokuşturan Yorumcu
3-Edebi Takınan Yorumcu
çeşitlerimiz sadece bu blogda mevcuttur..Buna benzer her türlü yoruma cevabım şudur! Bu arkadaşımızda ne cevherler var bakınız inbox'a bakınız posta bölümüne!ne kadar da güzel ce düşünülerek yazılmış!? tarih bilgisinin yanında anlatım gücü de yüksek bu yüzden Level 'da yarım kalan devrim mücadelesinde Kentel soyuna saygım sonsuz...
Yorum Gönder