(agos, derkenar, oniki ekim ikibinoniki)
Lokal ve organik
bir kahveci bağırıyor: “Matt!”. ‘Matt’ benim, kahveciler ve müşterilerin ismini
ortalığa haykırmadan iş yapamayan (ve aklımıza Althusser’i getirip duran) diğer
tüm –cılar ve –ciler beni öyle biliyor. Kahvemi alıp dışarı çıkıyorum. Birkaç
üniversite öğrencisi bağırıyor “Merhaba, bugün nasılsınız?” Herkesin açılışı
böyle ama ben bu kalıba alışamıyorum, “bilmem, dün nasıldım ki?” diyemeden,
“seçimler için kayıt yaptırdınız mı?” diyorlar. “Oy kullanmıyorum”. Beni önce
affediyorlar “Olsun” diye, sonra teselli ediyorlar “size yine de iyi günler.”
‘Dünyanın en eski, en büyük demokrasi’sine kendi katkımı yapamadığım için, en
azından bugün üzülmeyebilirim, affedildim.
İleride bir 7/11, ne lokal ne de
organik olan kahveleriyle seçim çalışması yürütüyor. Obama’ya oy verecekler
mavi, Romney’e oy verecekler kırmızı kartonlarda içiyor kahvelerini, 7/11 de
bunları sayıp (“evet, yudumlarınızı saydığımız doğru, hepsi demokrasimiz için”)
seçim tahmininde bulunuyor. Dükkanın önündeki elektrik direğine sarı bir A4
asılmış, “büyük şirketlerin değil, işçi sınıfının adayını destekleyin” yazıyor.
Sosyalist Eşitlik Partisi’nin adayı Jerry White’ın ufak bir resmi ve
destekçilerinin Seattle’da yapacağı toplantıların listesi. Kritik meseleleri
100 yıllık, bu meseleler hakkındaki pozisyonları belli, kurumsallaşmış ve ikiye
ayrılmış bir ülkede, başka bir dünya, başka bir Amerika önerenlerin esamesi pek
okunmuyor. Obama ve Romney’nin TV’de
buluştukları ilk ‘tartışma’da da elbette sosyalistlerin yeri yok. “Amerika’yı
bu kadar büyük bir ulus yapan şey, insanlarımızın yaratıcılığı” diyor Romney,
sağlık konusunda merkezi planlama olmasın, her eyalet kendi başının çaresine
baksın derken. Obama ise düzelmekte olan ekonomiyi “Ulusumuzun gücü ve
dayanıklılığı”na atfediyor, kimse grevdeki Chicago öğretmenlerinin gücünden,
dayanıklılığından, yaratıcılığından bahsetmiyor.
Okul kütüphanesi
tuvaletinin pisuarlarının üstünde bir ilan “En son ne zaman Anayasa’yı
dinlediniz?” diye soruyor. O sırada anayasa okumadığını biliyorum ama gözümün
önüne gelen tek görüntü Kenan Evren’in mikrofonlara elindeki bildirgeyi okuduğu
o siyah-beyaz film. Hayır, yakın zamanda anayasayı dinleme niyetim yok, ama
okul ısrarcı. Hazır seçim dönemindeyken ve herkes Amerikalılığını (Demokrat ya
da Cumhuriyetçi) yeniden sağlarken, dinlemekte fayda var, “herkesin silah sahip
olmaya hakkı vardır”. Kadınlar dahil, elbette. Okulun hemen karşısında Amerikan
Donanması’nın PR merkezi var. Camlarında hepsi bilimkurgu filmlerinden fırlamış
gibi duran resimler asılı, bir tanesinde pilot kaskı içinde bir kadın, “kadın
olmanın tanımını değiştirin” yazıyor.
Enis Batur
“Amerika büyük bir şaka sevgili Frank, ama ona ne kadar gülebiliriz?” diye
sormuştu. Kütüphaneden çıkıp “Ortadoğu’da neler oluyor” başlıklı bir toplantıya
gidiyorum. Profesörler ve öğrenciler, ABD elçiliklerine düzenlenen saldırıları
büyük bir şaşkınlıkla konuşuyor, süregiden işgaller küçük detaylar,
üniversitenin içinde dolaşan üniformalı öğrenciler ise, gelecek ay Afganistan’a
gidiyorlar. Obama ve Romney sağolsun, emperyal,
gizemli ve tutku dolu bir düzenle/demokrasi geliyor ABD’ye (L. Cohen).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder