3 Mayıs 2012

The Legend of Korra, son umut bükücü



(agos, derkenar, yirmiyedi nisan ikibinoniki)

“Keşişler umudun sadece dikkat dağıtıcı bir şey olduğunu söylerlerdi.” Eşitlik, özgürlük, ezilenlerin hakları için uğraşan siyasetçilerin dilinde “umut” kelimesini her duyduğumda, her içi umut dolu yalan (“Bu topraklarda hiçbir kötülük yapanın yanına kalmamıştır”dan başlayın, “Zafer direnen emekçilerin olacak”a gelene kadar birçok başka slogan geçeceksiniz)  meydanlarda haykırıldığında aklıma gelen bu sözler, bir çizgifilmden. Yaşayan son ‘uçan-bizon’u, en iyi arkadaşını, 100 yıllık geçmişinden ona kalan son şeyi kaybeden, son hava-bükücü Avatar Aang, kendisine hâlâ umut olduğunu, her şeyin iyiye gideceğini söyleyen arkadaşlarına böyle diyordu. 


Uzakdoğu esintili, Amerikan menşeli Avatar: The Last Airbender’ı  (James Cameron’ın hormonlu Pocahontas çakması Avatar’ıyla karıştırılmasın) izlemek, izlemenin de ötesinde aşık olmak için umuda esir düşmemiş siyaset tahayyüllerinin peşinde koşmak gerekmiyor elbette. 2005-2008 yılları arasında gösterilen bu enfes çizgifilm (anime demeyin, anime fanatikleri kızıyor), her yaştan milyonlarca insanı kilitlemişti. 4 ana element ve o elementleri ‘bükme’ gücüne sahip bükücüler ekseninde kurulmuş bir dünyada geçen, totaliter ve yayılmacı bir rejimle yönetilen Ateş Ulusu’nun tüm dünyayı ele geçirme çabalarına karşı koyan bir grup gencin maceralarını anlatan The Last Airbender, hem çok güzel resmedilmiş, hem de çok güzel yazılmış, heyecanlı ve esprili bir yapımdı. 


Genç Avatar Aang ve arkadaşları Ateş Kralı Ozai’yı yendikten, dünya halklarını özgürlüğe kavuşturduktan sonra 70 yıl kadar geçmiş, yüzyıl süren savaş bittikten sonra hızlı bir kalkınma yaşanmış, sanayii devrimi gerçekleşmiş, büyük şehirler kurulmuştur. Uluslar arası bir savaş yoktur, ama sınıf çatışmaları tam gaz gitmektedir: bükücülerin sosyal statüsüne karşı isyan eden “eşitlikçiler”, işleri kızıştırmaktadır. Korra adında bir subükücü, yeni Avatar olarak dünyaya “dengeyi” getirmeye çalışacaktır. İlk serinin devamı olan The Legend of Korra, işte böyle başlıyor. Nisan ortasında başlayan ve şu ana kadar üç bölümü yayınlanan yeni seri, eskisine göre çok daha farklı bir atmosferde, bir metropolün göbeğine geçiyor ve ekseninde çok farklı gerilimler var. Ama ilk seriye özgü o ince mizah yerli yerinde, hikâye daha güçlü duruyor ve farklı ama çok başarılı bir görsellik sayesinde Korra’ya da şimdiden bağlandım. 
Korra’nın daha çok yolu var, ama şimdi Aang’in yoluna dönmek istiyorum. Aang umut hakkında o büyük lafı ettikten sonra, önceki yıkıcı öfkesi yerini sakin bir kızgınlığa ve mutsuzluğa bırakıyordu. Kızgınlığımızı umuda aktardığımız, mutsuzluğumuzu geçmişin “hiçbir kötülüğün yapanın yanına kâr kalmadığı” güzel günler uğruna rafa kaldırıldığımız geleneksel siyaset yapma biçimimize bir alternatifi, Aang’e kaybettiği dostunu nihayetinde getiren o üretken (u)mutsuzluğunda bulabilir miyiz? Bilmiyorum, her köşe başında umut aradığımız bu “ahir zamanlarda”, kim böyle bir reçeteyi sahiplenmek ister ki? Ben bu yazıyı yazarken, ekranımın köşelerinden birinden bir arkadaşım, Walter Benjamin’den paylaştı: “Eski güzel günlerin değil, gelecek kötü günlerin üzerine inşa et.” İnşa edilecek her neyse, hem köşelerden çıkan toza, tortuya, hem de yaşayacağımız kötü günleri görüyor ve onlardan pek de hoşlanmıyor oluşumuza ihtiyaç var, sanki. Ama çizgifilmler iyidir. The Legend of Korra, Nickolodean’da. 

                                                                                 

6 yorum:

Adsız dedi ki...

önizleme yapacağım ama google hesabım yok, cevabın 10 paragraflık yorumu kaybetmek midir google?

Adsız dedi ki...

Jean Genet'ye özendim, baştan yazmayı deneyeceğim. Şöyle bir şeydi:

Çoğu açıdan ilkine göre zayıf kalmış. Yan karakterlerin vasatlığı falan bir yana Korra'nın antipatik ukalalığı ve şimdiden üç elementte ustalaşmış olması keyif kaçırıyor. Üstelik Tenzin alıtşığımız türden bilgelere benzemiyor. Yoda ve hatta Gyatsu New Age mistisizminin pop kültüre ustaca yer(el)leştirilmiş öğretileriyle ilgi çekerdi. Modern şehirde tek bir ada, işte hava tapınağı ve Uzak Doğu bilgeliğinden kalanlar.

Ama tam burada keskin bir dönüş var. Her açıdan da riskli.

Amon'un cümleleri o kadar da saçma gelmiyor değil mi bazen? En azından tutarlı. Biraz düşününce hak verilebilir, hatta basbayağı mantıklı yanları var. İşte bu akılcılaştırma söylemi çok şey anlatıyor. Sosyalizmin kaypaklığı mı desem, sol taraflardan en uç sağa bir anda kayabilen bir yanı var ya hani, işte bükücülerin ayrılacağına son verme muhabbetinin varacağı yer orası. Neo nazilerde görüyoruz bunu. Tıpkı Amon gibi şimdilik yer altında organize oluyorlar ama arada korku ve nam salmak için kendilerini gösterdikleri de olmuyor değil. Sola ait bildiğimiz şifreleme yöntemlerini kullanıyorlar; 1 ve 8 rozetleri Adolf'un A'sı ile Hitler'in H'sinin yerini güzelce tutuyor mesela. Haritanın parçalarını sonradan birleştirmek gerekiyor.

Üstelik bu işlem mevcut iktidarın inandığımız mekanizmalarına güvensizlik yüklüyor. Onu muhafazakarlığında karikatürleştirerek itibarsızlaştırıyor. Ayrıcalıklar... Hilesi gramerinde, saklı iyelik ekinde gizlenmiş. Bükücülerin, aristokrat ve burjuvaların ayrıcalığı; bu bizim çocukların lafları. Bir de şunu dinleyin: Bu vatanın ekmeğini yiyip askere gitmeyen Tanzimat dönemi azınlıklarının ayrıcalığı ya da devletin sosyal imkanlarını sömüren pis ve tembel göçmenlerin ayrıcalığı. Dahası Yunanistan'ın, Yunanların ayrıcalığı. İktidarın gösterdiği merhamet, sağ manipülasyonunda nefrete, azınlıklar birden fazlalığa dönüşebiliyor yani. Daha fenası kendiliğinden beliren ırkçı ruh. Le Pen kaybetmişti, ama inandığı değerler yayılmaya devam etti ve Le Pen geri döndü. Caesar ismi gibi, Le Penlikten bahsedeceğiz neredeyse.

Adsız dedi ki...

The Legend of Korra mitolojileri kazıyor bu şekilde. Bir yandan -içi boşaltılmış- New Age Budizminin içini boşaltırken sosyal refah devletinin de mitolojiye dönüşüp merkezdeki payını kaybettiğini gözler önüne seriyor. Ebediyen karşısında durmaya ant içtiğimiz "Ateş ulusunun üstünlüğü" gibi bir ırkçılıkla karşılaşmayınca afallayıp kendimizi birden muhafazakar kanatta buluyoruz. Oysa Che Gueavara tişörtü Neo Naziler için sıradanlaştı bile. Amon'un maskesi veya Sith kılığı gençler için daha cazip. Vücudu kaplayan dövmeler hala itibar görüyor. Dinamik kitleler "gerçek demokrasi" talep ediyor- ki onu imparatorluğa dönüştürebilsinler. Bu bizim için apaçık bir hakikatken halk için olsa olsa paranoya, kuruntu. Onlar artık yeni mitolojiler üretiyor. Revelation (Vahiy) mesela, Revolution'un (Devrim) yerini almaya başladı. Cevap: - Olması gereken zaten buydu.

Buralarda bir yerde Platon'un bir lafı olacak. Adalet herkese hak ettiğini vermektir gibi bir şey. "Jedem das Seine" (Herkese kendisininki) formülasyonuyla toplama kampı tabelalarında ya da Nokia'nın eski bir reklamında ona rastlayabilirsiniz. Budist karma öğretisi etki-tepki mantığıyla aynı yere çıkabilir, hatta sevgi dolu İncil'de aynı fikri görüyoruz: Sezar'ın hakkı Sezar'a.

Yapımcılar ortalığı bu kadar karıştırdıklarının farkında mı, bilmiyorum ama umut, Amon'un etrafında gayet de toparlayıcı, dikkati yoğunlaştıran bir coşkuya bürünebiliyor bence. Aang ise aslında hiçbir zaman iyi bir keşiş olamamıştı. Dünyayı kurtaran bu oldu.

Şimdi Amon, onun Ozai'yın hayatını bağışlamak için kullandığı ruh bükme tekniğini uygularken bükücüler için tir tir titriyoruz biz. Korra'nın mitoloji bükecek vizyona henüz sahip olmadığını varsayarsak yapımcıların en azından kurguyu biraz daha akıcılaştırmasını umuyorum ben yalnızca ki zevkle izleyebileyim bari. Gülse Birsel gibi aynı şablonu uygulamaya çalışmışlar, ama ne Momo ile Appa'nın şirinliği, ne Sokka'nın şapşallığı bu karakterler üstüne yakışmış. Stencil pek bir eğreti duruyor.

----

İlk haline göre bayağı dağınık oldu sanrıım, tekrar önizlemeye de cesaretim yok. Google'a kızgınım, tek parça olarak yayınlamama bile izin vermedi resmen.

Adsız dedi ki...

Yeni bölümün gösterdiği bir şey daha var. Seri gerçekliğe ve yetişkin dünyasına yaklaştıkça onlardan uzak düşüyor. Aang tayfasının ergenlik öncesi ilişkileri o dönülmek istenen çocukluğun saflığına ilişkin başka bir mitolojiyken şimdi zaten günlük hayatta veya takip ettiği diğer dizilerde aşk üçgenlerine takılan nispeten yaşlı kitle bu durumdan pek bir sıkkın konuşuyor. Pro bending geyiği de yine sanırım hiçbirini heyecanlandırmıyor. Hayatımızda yeterince spor ve müsabaka olduğundan mıdır artık, endüstri işin tüm büyüsünü kaçırıyor.

Komşu çocuğuna bir sormak lazım, o nasıl bulmuş bütün bunları.

Adsız dedi ki...

Amerikan yapımı değil film. Bir anime, yani Japon yapımı. Karıştırılmasın...

inesis. dedi ki...

anime mi değil mi bunlar tartışmalı şeyler de basbayağı amerikan yapımı yahu.

http://www.imdb.com/title/tt1695360/companycredits?ref_=ttfc_ql_5