çok ağır hissediyorum kendimi... birkaç ay, birkaç ülke, birkaç şehir, birçok şarkı...
ne çok şarkı gerçekten de, yazmak lazım bunların hepsini, notunu düşmek lazım, notunu düşemeyince kafana düşen notalardan, kelimelerden kaçamamak var çünkü işin sonunda, yarılmak var ortadan ikiye ayrılarak, içine notaların ve kelimelerin dolması, sonra yeniden dikilmek kendini cerrah sanan iddialı ve beceriksiz bir terzi tarafından, çok ağır hissetmek var tekrar...
oysa ne kadar hafif kelebekler...
bir kelebek gibi ağır hissetmek, tüm boks tarihine ve kelimelerin tüm çağrışımlarına, mantık sınırlarına, ne biliyim evrime ve hatta harun yahya'ya meydan okumak, ama işte içi doldurulmuş bir kelebek olunca, kelebeklerin içinin bu kadar dolu olduğunu anlayınca gelen bir sessizlik gibi olmak kelebek olmak. bu sessizlik işte şimdiki gürültünün içinde duyduğum. gürültünün içindeki sessizlik tarafından kulakların sağır olması gibi biraz, biraz da bir sürü başka bir şey...
çünkü çok karışık kelebekler...
öyle değil sanıyoruz ama öyleler. karışıklar ve ömürleri de karışık olmalarına rağmen ya da belki de o yüzden, çok uzun. öyle değil sanıyoruz ama öyleler.
bir de üstelik çok güzeller.
öyle olduklarını asla yeterince anlayamayacağımız kadar güzeller. hep peşinden koşacağımız, elimize almaktan hep ürkeceğimiz, o ürkekliği ve tedirginliği özleyeceğimiz kadar güzel...
remember when we found misery,
we watched her, watched her spread her wings
and slowly fly around our room
and she asked for your gentle mind...