24 Aralık 2010

leonard cohen'i fransız zannederdim, dinlemeye başlamadan önceki zamanlarda. bir paris gecesinde "it's 4 in the morning...." diyor olmasını mazur görebiliriz bu yüzden, hepimiz insanız, bizi insan yapan hatalarımız. boktan bir otel odasındayım. çift kişilik bir yatakta. yanda, tek kişilik bir yatak ve üstünde annem var. beni doğurduktan sonra götürdüğü ilk evimizden birkaç yüz metre uzakta. benim küçük, annemin büyük yatakta yattığı o evden, 24 yıl uzakta. annemin yanında ilk sigaramı içsem mi diye düşündüğüm bir odada, muhtemelen çocuğun yanında sigara içmemesi gerektiği konusunda ilk azarı işittiği evin birkaç yüz metre-24 yıl uzağında...

let's sing another song boys, this one's gone old and bitter....

uyumaya çalıştım, beceremedim. sevmeye çalıştığım tüm kadınlar aklımda. embrace arayışım, cohen'in dilinde, benim rüyalarımda. altı sene önce yüzük taktığım ve buna kendimi de inandırdığım o kız, hâlâ rüyamda, hâlâ gerçek, hâlâ canlı, hâlâ uyanınca "aman allah'ım, bu da mı?"

yazmaya karşı sabrım yok. oysa tutunamayanlar okuyorum şimdi, her şeyiyle beraber, oğuz atay'ın yazma sabrına hayran oluyorum. bir sahneyi sayfalarca ve enerjisinden hiçbir şey kaybetmeden anlatmasına. oysa anlattıkları, içimi dolduruyor, taşırıyor, sarmalıyor, sarıyor, boğuyor, nefes alamıyorum. o nefes almadan yazmaya devam ediyor, ben kitabı kenara koyuyorum. daha heyecansız bir şey okumalıyım, belki republic of letters, belki işgal altında istanbul. geleceğimi düşünmeliyim, doktora planlarını, okulları, hocaları, şehirleri, ülkeleri. arkamda bırakacaklarımı, önümde bırakacaklarımı. arkadaşlarımı. arkadaşlığımın sınırlarını. kadınları, kadınları, kadınları....
kadınların sonundaki boşlukları dolduranları. en çok tutunan gibi gözükmelerine rağmen, bu satırları yazarken bile okuyacaklardan alacağı yorumları merak ettiği için, asla tutunamayacak olanları. bir fransız filminin sıkıcı iç mekânına sıkışmış bir endonezya sigarasının dumanını. masssive attack'i ve eksi bilmem kaç derecede yağmur duasına çıkmayı. tatile çıkmadan yazılmaya başlanan ama bitirilemeyen ve tatilden dönünce baş ağrısı olacak 'kağıt'ları. danışmanları. danışman pasajı'nı. danışman pasajı'nda geçirmediğim gençliğimi. gençliğini danışman pasajı'nda geçirenlere duyduğum kıskançlığı. ertesi gün ne kadarını okuyabileceğimi bilmediğim kelimelerimi. iskoç viskisini. iskoçya'yı. iskoçya'da yanımda olan hintli arkadaşımı. kendimi. her karizmatik olma denememde üzerime basan orta sınıfı. tüm sınıfları. matematikçinin bana yaptığını tutanak tutulduğunda anlatmayan, dalga geçen 11 D/E sınıflarını. "senin bizim mücadelemizdeki yerin anca sivil toplumculuktur" diyen işçi sınıfını. haklı oluşunu. yalancı oluşunu. aynı anda hem haklı hem yalancı oluşunun ona verdiği iktidarı. iktidar pozisyonlarını. seks pozisyonlarını. fuko'yu ve cinselliğin tarihini. her şeyi ve hiçbir şeyi. çıplaklığı. çıplaklığı. gerçekten çıplak olabilene karşı büyük hayranlığımı ve benim asla çıplak olamayışımı. beni soyacak o kadını. kadınları. bir paris kafesinde yan masada gülümseyen kadını. kütüphanede yan masadan gülümseyen kadını. sınıfta gülümseyen kadını. sınıfı. orta sınıfı. orta oyunu. oyunları. spit it out'u. oyunların tarihini. geleceğimi. kendimi. egosantrikliğimi. bu kelimeyi öğrendiğim yaşımı. öğrendiğim mekân olan sultanahmet köftecisini. öğreten adamı. adamları.
adem elmalarını.
magritte elmalarını.
elmanın dünyanın en klişe şeyi oluşunu.
kendimi.
klişeliğimi.
kişiliğimi.
karışıklıkları.

"hayat bir nefes" değil, yanlış, hayat bir ne....


paris, 15 aralık.

8 Kasım 2010

bu oyun hakkında konuşmuştuk sanki, bayağı zaman önce...

'cause it breaks my heart
that we live this way
I know people need love
'cause them people never play the game
and we talk the talk
we communicate
them people need love
those people never play the game

4 Kasım 2010

remember remember the fourth of november...


beni yabancı bi ülkede doğurmuştun, şimdi birbirine yabancı iki ülkedeyiz. benim olduğum ülke, yarın "remember remember the fifth of november" diyecek, ben içimden "fourth" diye düzelteceğim, siz orada havai fişekli olmasa da yanar dönerli kutlamalar yapacaksınız.

rollerimizin kurumsallığına hiçbir zaman uymadık, ya da kurumun rollerine, ama son bir buçuk senede, daha önce olmayan bir şeyi keşfettik, yarattık daha doğrusu. ve bu çok güzel, çok özel, bencillik etmek istemem ama, sanki asıl kutlanması gereken bu.

kendini beğenmiş bi adam olduğumu söylerken haksız değilsin, değilsiniz; ama bunun senle duyduğum gururu artırdığını bilsen, herhalde çok şikayet etmezdin.

senle gurur duyuyuyorum, sana imreniyorum, yaptıklarına, hâlâ yapıyor olduklarına. ve yaptıklarında, evde bekleyen küçük çocuktan, yabancı bir ülkede bekleyen bir kazığa dönüştüğüm şu süreçte, ufacık bir katkım varsa -ki biliyorum var! mutlu oluyorum.


iyi ki doğdun anne. guy fawkes kıymetli bir adammış, onu hatırlamaya çalışanlar başarısızlığını yad etseler de. ama kusura bakmasınlar, hepsi yanında halt etmiş. 4 kasım varken, 5'i kutlamak, ancak kendini bilmez ingiliz milletinin işi olabilirdi zaten.

3 Kasım 2010

"karanlık"

bambaşka bir şey ararken, 2008 yaz sonundan şöyle bir şey buldum. birisiyle konuşurken söylemişim:

"genel olarak mail grubunun üslubuna duyulan tiksinme diyebilirim... insanların karşılarındakinin gerçek, eti-kemiği olan, yaşayan insanlar olduğunu unutmaları, herkesin birer online figür haline gelmiş olması ve çeşitli kategoriler üzerinden küfür etmenin normalleşmesi, bazılarınızın gözünde herkesin "kutsal insan" halini almış olması falan gibi bişeyler...."

şimdi eğer kafanızda benim neden tarih'i, neden 18-19. yüzyılları, neden avrupa'yı, neden oyunları seçtiğim gibi sorular varsa, bendekilere benzer, belki bu alıntı yardımcı olabilir.

son iki senemdeki yabancılığa, mail grubunun derinliklerinden cevap bulmak ne garip.

30 Ekim 2010

let there be more light!

"bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki, utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.

o zaman, akıllı ya da akılsız bütün ezilenler, yani bizim caddedeki insanların çoğu, yani öcü geliyor diye küçükken beni korkuttukları çolak ve topal deli rüstem ile ben ve benimle birlikte bar kızı leylâ kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafatasını delerek alay edenlerden kurtulmak için bütün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan meyhaneci hınzır ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi havagazıyla intihar ettiği için ölmüş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan ve ercan'la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve gâvur diye ve kambur diye horlanan altan ve altan'la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikçi çıraklığına başlayan osman ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan ve mimar cemil'le birlikte sakat olduğu için hiç yürüyemeyen ve hep altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve ölmüş kocasını unutmayan rus madam ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait beyin biricik oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kaçışında ıslak elbiselerini çıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan ve onunla birlikte basit bir kamyon şöför muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terk edilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve köşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak ve elkapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin üçüncü hizmetçisi kezban yargıç kürsüsünde bulunacağız..

mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünemediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşmayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaren, değersiz bırakan, yalnız bırakan, terk eden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşam hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, nefes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar, yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler, yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler, yani çırağını, bir şeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, muavinin başına vuran şöförler ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk eden amirler, duygusuz amirlerle birlikte garsonlara parayla orantılı olarak bağıran müşteriler ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen ve onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiye uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza oturacaklar."

(oğuz atay, tutunamayanlar)

26 Ekim 2010



the royal genealogical pastime of the sovereigns of england, 1791
"This being a scientific Game, in which the Amusement and Instruction of the parties are equally considered, we hope the young player will not think much of exercising his Memory to acquire a perfect Knowledge of it. Most Games are calculated only to promote little Arts and Cunning; but this while it undoubtedly amuse, will not a little contribute to make the Players acquainted with the Genealogy of their own Kings."

game, instruction, memory, knowledge, games, arts, cunning, players, genealogy, kings...

25 Ekim 2010

.thomas middleton'ın a game of chess'ine bakmak lazım. british library'deki ilk baskılarını görmek yetmez.

.jeremy bentham'ın panopticon eskizlerini görmek, onu satmaya uğraştığı mektupları, şu satırları, kendi el yazısıyla okumak?

"morals refined, health preserved, industry invigorated, instruction diffused....all by a simple idea in architecture."

.william blake'in defteri, ne kadar güzeldin.

.william wordsworth, poem of childhood. bir şeyler çıkar mı?

.coğrafya üzerine git gide daha çok düşünüyorum. tez üzerine düşünmelerim hep haritalarla kesişiyor bir noktada. sömürgeciliğin getirdiği coğrafya algısındaki değişim ve masaüstü oyunlar... british library'de haritaların sergilendiği bölümde, mappo mundi'lerle normal haritalar arasındaki farkı anlatan bir cümle vardı. "sadece mekânı değil, zamanı, tarihi de anlatır mappo mundi'ler." haritaları kullanma biçimleriyle oyunları da böyle sayabilir miyiz? agamben'in oyunun tarihselliği dediği şeye bağlanabilir miyim buradan?

"bir şeyler bırakmışlardır arkalarından. büsbütün erimeye razı olmamıştır kimse."

.evet oğuz atay, oyunları bıraktılar... senin yaptığın gibi.