22 Ekim 2011

bir niyet mektubu olarak hayat

(bu yazı ilk olarak agos'un 14 ekim tarihli sayısında, derkenar sayfasında yayınlandı)

Doğum yılın, günün, ayın, yerin, yurdun… Bunlar kolay. Daha zorları var. Aldığın dersler, almadığın dersler. Yurtdışı seyahatleri, sebepleri. Kendini üç cümlede anlat. Kendini beş cümlede anlat. Kendini anlatma, sırala. Neler yaptın? Neler yedin? Arkadaşların kimler (network’ünde kimler var?). Senin hakkında kimler iyi konuşur? Mail adresleri, açık adresleri, ofis numaraları, titrleri. Profesör mü, CEO mu, altı kurtarmaz. Hangi konularda çalıştın? Çocukluktan beri ilgilendiğin şeyler (küçükken çok oyun oynardım) ve çalışmak istediğin şeyler (oyun tarihi çalışmak istiyorum) birbiriyle örtüşüyor mu? Örtüşsün. Bizi kendine inandır. 5 yaşından beri yaptığın her şeyin bu başvuru için anlamlı bir bütün oluşturduğunu söyle bize. Yalan söyle. Merak etme, alışığız. Biz de sana yalan söylüyoruz.




Tanıdık geliyor mu bu sesler size? Ben çok sık duyuyorum. Üniversiteyi bitirdiğimden beri bilgisayarın karşısına geçip içine girdiğim her başvuru döneminde, bir bilgisayar ekranı aracılığıyla karşıma çıkan sorular bunlar. “İleri araştırma merkezi”, “üst düzey eğitim kalitesi”, “dünyanın en iyi 5 okulundan biri…” gibi fiyakalı etiketlerle karşılandığım internet siteleri, hayatım hakkındaki sayılabilir, sıralanabilir, alt alta koyulabilir her bilgiyi kutucukların içine koymamı, geçmişimi onların önceliklerine göre yeniden yorumlamamı, düzene koymamı istiyor. Niyet mektupları, araştırma teklifleri, inşa edilen, inşası teşvik edilen yalanları paragraflar haline getiriyor, somutluyor.

Kendi başına bir endüstri haline gelmiş olan başvuru dünyası sadece akademide değil elbette. Büyük şirketler ya da onların aracılığını yapan “kariyer” siteleri, cv’leştirilmiş bir zihniyeti yaratıyor ve satıyor. Evrensel bir zorunluluk haline getirilmiş İngilizce sınavlarına verilen paralar sınavla bitmiyor, ayrı ayrı kurumlara gönderilirken de ekstra ücret talep ediliyor.

Kendi istediği değil, istemesi çeşitli kurumlarda mantıklı olacak, ondan istenmesi beklenecek konuları çalışmak isteyen, ilgi alanlarını o konulara göre şekillendiren, en azından öyle sunan ve sundukça buna kendisi de inanan, karşılıklı söylenen yalanları benimseyen bu zamane insan, iş dünyasını, akademiyi, sivil toplum örgütlerini dolduruyor; yalanlarını yeteri kadar iyi söyleyemeyenler de dışarıda, sıralarının gelmesini bekliyor.

Belki de en ironiği, bilginin –özellikle Batı dünyasında yoğunlaşmış- iktidar odakları tarafından sistematize edilmesini, düzenlenmesini eleştiren muhalif akademisyen adaylarının, bu eleştirilerini en radikal biçimde yapmak için, o iktidar odaklarının merkezine, Harvard’lara Columbia’lara, bilginin toplaşmasına ve yeniden düzenlenmesine kendi katkısını sunmak üzere başvuruyor olması.

Yuvarlak kutucukları karalayarak girilen üniversite sonrasında, “tık”lanan ve listelenen bir hayat, tüm dünya gençlerini bekleyen. Gençlerin dünyanın dört bir yanını saran isyanlarında, söylemek zorunda bırakıldıkları yalanlardan sıkılmış olmalarının da payı yok mudur?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ne sikik bir blog lan bu kimse okumuyor kimse yorum yapmiyor hala da yaziyorsun senin ben aklini zürriyetini sikiyim orospu cikardigi.amk faşist bölücü piçi.siktirin gidin lan bu ülkedne.

inesis. dedi ki...

siz okuyorsunuz ya o yeter bana.