30 Mayıs 2008

olmayan birini doğurmak, olmayan birini öldürmek...

bir kış gecesi'nin nasıl başladığından bahsetmiştim daha önce, kısaca. henüz bir yaz gecesiydi (http://birkisgecesi.blogspot.com/2007/09/bir-yaz-gecesi.html). başka birinin blog'una yazdığım bir yorum getirmişti beni buraya. bugün aynı kişinin blog'una, yeni bir yorum yazdım. hayatım değişmedi. değiştiyse de, buradan duyurmamın bir manası olmazdı sanıyorum.

yeni bir hayata başlamak için çok garip bir yer burası. çok karanlık ve çok az ses. çok az ışık ve çok fazla ses. evet, çünkü sessizlik çok gürültülü bir şey. kulakları sağır eden, öylesine sağır eden ki artık hiçbir şey duyulmayan bir an, bir durum. evrensel bir olamayış hali. varolmayan bir hal.

varolmayan şövalye, çok karanlık ve çok sessiz.

ne zamandır böyle.

çok karanlık ve çok sessizde, etrafına ışık saçan, 100 wattlık bir ampul. bir bahçeye bakıyor. belki de bir ormana. 

evet, bu satırları yazarken bir ormana bakıyor varolmayan şövalye. ışık saçıyor etrafına. yaklaşıyorlar ona. takip ediyorlar onu. ormandaki tüm böcekler, sinekler ve uçan, koca kanatlı, ismini asla bilmediği ve asla tarif edemeyeceği için de muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyeceği o çirkin yaratıklar.

güzel yaratıklar.

varolmayan yaratıklar.

bir garip olamayış hali bu. birilerinin dilinin ucundalar sanki. tükürülmeyi bekliyorlar, saçılmayı, söylenmeyi. söz olmayı. neydi? verba volant, scripta manent, değil mi? evet işte, uçmak için, uçmaları için söylenmeleri lazım. yoksa kalıyorlar, olamıyorlar. kal mı geliyor yoksa?

varolmayan şövalye, karanlığa ışık tutuyor. varolmayan şövalye, itinayla kal getiriyor. varolmayan şövalye'ye kal geliyor. mütemadiyen.

“penceremin dışında bir savaş başladı, bense yorum pencerelerine yorumlar yazıyorum. ama hiçbir rüya tamir olmuyor....” yazmıştım.

penceremin dışında bir savaş başladı, bense blog pencerelerine tükürüyorum. dilimin ucundakileri. olmak için. ama asla olamıyorum.

varolmayan şövalye bir beceriksizliğin, edememenin, olamamanın manifestosu. ya da senfonisi. iki kelimeyi de çok sevmişimdir. ve bir de üçüncüsü: komünist manifesto senfonisi. küçüklükten bugüne, “aman da aman” diyen herkesin suratın savrulması gereken bir tükürükler silsilesi.

hepimizin beklediği o kişi. ne acı ki, varolmayan birisi.

boomp3.com


14 yorum:

Eolas dedi ki...

Sanırım dert etmen gereken son şey bu Mehmet Abi; ne de olsa "varolmayı da öğrenir insan":)

Ayrıca belirtmek istiyorum ki, biraz uzun aralıklarla da olsa hala buraya yazdığını görmek hoş bir duyguya yol açıyor ve umarım karanlığa tuttuğun ışığı buralara da daha sık tutarsın.

goksin dedi ki...

doktor ferit kemal'in "le grand pacha"sını anımsattın bana nedense.

N dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
neoxolmis dedi ki...

Sessiz değil burası, "isimsiz"lerin saklı sesleri var burada. Ne kadar sessiz gibi görünselerde, oradalar...

Olamadığın sürece düşünemezsin, düşündüğün sürece olursun. Var olduğunun kanıtıdır tükürdüklerin. Var olmadan tüküremezsin zaten.

Var olmayan şövalye aslında var. Düşündükleri, tükürdükleri, yazdıkları bunun birer kanıtı. Arada yazamaması veya yazmaması var olamadığını göstermez, sadece varlıkla olamamışlığın arasında bir yerde dinlendiğini gösterir.

Var olmayan şövalye ne zaman ki bu blogu kapatır, işte o zaman gerçekten var olmaz, olamaz.

Not: Bu arada üstteki yorumu ben yapmıştım sonra sildim.

goksin dedi ki...

medyanin medyum oldugu bir çagda ve blogosfer düzleminde "cogito ergo sum"un yetersiz kaldigini yadsimak zor. önermenin kendisi hakkinda söylenecek çok sey olmakla birlikte (gramer yanilgisi vs.) burada üzerinde durmaya gerek yok. ama günümüzde kendini olumlayan asil önerme "cogitoR ergo sum", yani "düsünülüyorum, öyleyse varim".

homesick alien dedi ki...

bense yokluğunu seviyorum şövalyenin, asla olmayışındaki mağrurluğu, hiçbir varlığın dolduramayacağı boşluğunu.

anlamı seviyorum. yokluğunun anlamını.

"olmak" var'a has bir yetenek mi? "yok olmak" büyüsü artık kimseye bir şey ifade etmiyor mu?

Adsız dedi ki...

''I must go on; I can't go on; I must go on; I must say words as long as there are words, I must say them until they find me, until they say me -heavy burden, heavy sin; I must go on;maybe it's been done already; maybe they've already said me; maybe they've borne me to the threshold of my story, right to the door opening onto my story; I'd be surprised if it opened''

inesis. dedi ki...

sanırım noktalar hakkındaki en garip şey zamanı her seferinde tutturuyor olmaları...

"bir yazar nedir" ki, noktayı doğru zamanda koymayı bilen kişiden başka?

neoxolmis dedi ki...

Bir yazar herşeydir. Eski yazılarından birinde söylediğin gibi, usta bir yalancıdır aynı zamanda. Noktaları belki yalanları gizlemek için kullanır, belki ara verip nefes almak için.

Bir yazar, okuyanı olduğu sürece sadece bir yazar değildir. O herşeydir.

inesis. dedi ki...

sanırım bu sayfayı okuyanların hafızası benden iyi olduğu sürece, söylediğim şeylerin muhasebesini doğru yapmam gerekiyor...

Adsız dedi ki...

sadece yalanlari gizlemek icin degil...

Adsız dedi ki...

sadece yalanlari gizlemek icin degil...

Adsız dedi ki...

sadece yalanlari gizlemek icin degil...

Adsız dedi ki...

Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!