5 Aralık 2012

"Parası da bizden, tarihi de!"


(agos, derkenar, otuz kasım ikibinoniki)


Zenginim ve tarihim var. Genç kızları profilime beklerim.
"Zenginim, tarih benim, televizyon işine de giriyorum; genç kızların aramasını bekliyorum."

Aslında Başbakan’ın ‘Muhteşem Yüzyıl’ pasına bir de ben şut çekmek istemiyordum, yer ve gök her zamanki gibi onun açıklamalarına kilitlenmiş, iyi-kötü bir cevap verme telaşında; yeni, farklı ne söyleyenebilir ki? Ama Türk Tarih Kurumu Başkanı M. Metin Hülagü’nün HaberTürk gazetesine verdiği demece kayıtsız kalmak mümkün değil. “ABD abartınca iyi yönden abartıyor, biz de öyle yapalım” diyerek tarihi ‘olumlu’ olarak çarpıtmayı öneren bir profesörün, geçtim ‘Türk’ Tarih Kurumu’nun, bir üniversitenin tarih kulübünün başında bile olabilmesinin garipliğini bir kenara bırakıyorum. Derdim Sayın Hülagü’nün “Yapımcılar gelsin, tarihi de finansmanı da bizden” sözü. TTK’nın parasında gözüm yok ya, tarihiyle ilgileniyorum.

Bir tarih dizisi hayal ediyorum şimdi, “tarihi” TTK’nın hesabına yazacağım. Osmanlı’nın çöküş dönemini anlattığım bir dizi projesi. Osmanlı topraklarındaki milliyetçi hareketlerin en büyük sebebinin Avrupalı ve ABD’li misyonerlerin faaliyetleri olduğunu anlatan, Osmanlı’nın Müslümanlar dışındaki tebaasının “unsur” olarak tanımlandığı, özellikle Ermenilerin, İmparatorluk’un yıkılmasında “maşa” görevi gördükleri bir dizi.

Ermeni ‘meselesi’nin misyonerlik yüzünden başladığından şüphe duymayan, din değiştirmeyi ayıp bir şey sayan, “Ermeni buhranı” hakkında kitap yazmayı devlet düşmanlığına kanıt olarak sunan, “Türk’ü ve Türk’ün gücünü küçümseyen mağrur bir tavır” takınanları asla affetmeyen kahramanlarının götürdüğü bir prodüksiyon.

1915’te olanlara soykırım değil, “olay”, ya da belki “mütareke” diyen, misyoner kolejlerinde okurken “zihinleri bulandırılıp, beyinleri Osmanlı idaresine muhalif ve menfi fikirlerle doldurulduktan sonra mezun edilen”lerin idamlarını uzun sekanslarda gösteren, “dış baskılardan dolayı ancak beşinin idam edilmesine” üzülen karakterlerinin acılarını yakın planlarla izleyiciye aktaran bir duygu seli.

Merzifon Amerikan Koleji
Dizinin en önemli sahnelerinden birini kafamda oluşturdum bile. Sene 1921. Yer, “Pontusçuluk” ihbarı üzerine arama yapılan Merzifon Amerikan Kolej ve Hastanesi. Aramada silah veya cephane bulunamıyor. Ama seyircinin hayal kırıklığı kısa sürüyor. Zira Kolej içinde “1904 tarihinden beri kurulmuş olan Pontus Kulübü adıyla bir kulübün bulunduğu tespit ediliyor, 2 çuval Rumca ve İngilizce evrak ve defterlerin yanında, ayrıca bu kulübe dair yönetmelikle, mühürler, Yunan bayrakları ve Pontus arması, Osmanlı silahları ile donatılmış ve grup halinde okulda çekilmiş birtakım fotoğraflar ve bir kısım önemli evrak elde ediliyor.” Kahramanlarımızın böyle bir şeyi kabullenmesi mümkün mü? Asla! Okul kapanır, Rum öğretim elemanlarının üçü, ‘bir kısım önemli evrak’ sebebiyle idam edilir. Seyircinin coşkusunu düşünebiliyor musunuz?

Dizinin adına henüz karar vermedim. Belki “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyoner, Ermeni, Terör ve Amerika Dörtgeninde Türkiye” koyarım, ne dersiniz, Sayın Hülagü? Elbette bu başlığın 2007’de “İslami Araştırmalar Dergisi”nde yayınladığınız makaleye ait olduğunu dizinin girişinde belirteceğiz, zaten bu senaryo ve tırnak içinde aktardığım her şey ‘sizin.’

Fakat bir dakika, bu dizi bir yerden tanıdık değil mi? Tarih zaten “sizden” değil miydi Sayın Hülagü, zaten TTK değil miydi tarihi ‘abartan’, yüz yıldır? Yüz yıldır okuduğumuz, dinlediğimiz, izlediğimiz tarih, sizin ‘tırnaklarınız’ arasında değil mi? Lütfen artık boşverin, paranız ve tarihiniz sizin olsun; muhteşem ya da değil, bize başka şeyler lazım. 

"Yüzyıllar sonra şu ifademi facepalm olarak kullansalar ya."

Hiç yorum yok: