(agos, derkenar, otuzbir ağustos ikibinoniki)
Zonguldak’ı
seviniz. Denizi, dağı, balığı, sıkışmışlığı, Fener’i, fenere erişen dalgasını,
İstasyon mahallesi’ni, Kurum’u ve kurumu, isini, nemini, yokuşlarını, dar
sokaklarını, kalabalık çarşısını, “Atarlı mahallenin giderli çocukları” yazan
duvarlarını, aşağısını ve yukarısını, ama daha çok aşağısını, madenlerini,
madencilerini, The Wall’dan fırlamış Zonguldakspor amblemini, Meçhul Madenci
Anıtı’nı, seviniz. Sonra Eskişehir otobüsüne binip gidebilirsiniz.
***
Eskişehir’in
Odunpazarı muhitinde restore edilmiş evler, içlerinde bazı hayatlar ve ‘lokal’
işletmeler: lületaşı ve cam satıyorlar. Sokakta kocaman bir bilboard, üstünde
beyaz saçlı, siyah bıyıklı bir bey, belediye başkanıymış, buyuruyor:
“Doğduğumuz topraklarla ödeşiyoruz”. Kelime seçimindeki talihsizlik, tesadüfi
mi? Şehir ve hafıza hakkında bildiğimiz şeyleri tersine çeviren bu kelimeler,
yerel mirasla olan ilişkisini ancak rövanşist biçimde kurabilen bir zihniyeti
açık ediyor olmasın? Doğmuş olmaktan mı pişmansınız, yoksa toprakların taşıdığı
ama sizin asla konuşamadığınız lanetlerin kokusu mu bu, kelimelerinizin arasına
sızan? Bunu düşünerek fesleğenli ayran içmek gerek; sonra da Eskişehir’in
‘Avrupalı’ parklarında dolaşmak, Orta Anadolu’ya kadar gelebilmiş denizle
övünmek, bu Orta Anadolu denizinin üstüne yerleştiriliverilmiş korsan gemisine
gülümsemek. Barlar Sokağı’nda nereye baksan Guinness var, ve evet, “İstanbul’da bunu bulamayanlar var”.
***
Yeni ve çirkin
tren garının boş duvarlarında bir kadının cevapsız çığlıkları, “Sincan yolcusu
var mı?”. Bozkırın ortasında, zamansızlığı bozan hızlı tren ve acelelerimiz.
F’sini italiklikten kaybetmiş, “Hede 2023” posterlerinde, Beyefendi’nin de
acelesi var belli, çocuk severken bile gözünde bir telaş. İstasyonun her
noktasından birkaç kere geçmeye yemin etmiş bir çocuk, üzerinde kot ceketi,
arkasında İngilizce şu yazıyor: “İyi bir komutanın yönetimi altında / kötü
asker yoktur”. Televizyonda ve ceket arkalarında stratejistler, güvenlik
uzmanları konuşuyor. Zorunlu askerliğini Polatlı’da yapan ve bize yokluğun
ortasından notlar paylaşan arkadaşım, acelesi olan komutan beyefendi, çocuk ve
2023’ü yakalamaya çalışan bir garip italik ‘F’, Polatlı’da kovalamaca oynuyor
şimdi.
***
Yüksek hızlı
tren, Meram Ekspresi’nin tıngır mıngırlığına alışan Konya Garı’na hızla
giriyor, oysa hayat Meram’da hâlâ eski yavaşlığında. ‘Meram bağları’ dağ değil,
havuzlu, yüksek duvarlı, Anadolu Kaplanları’na sayfiye hizmeti gören yerler
olmuş. Konya büyüyor, “arıtmada dünya lideri olmayı” amaçlayan bir belediye
şehre öncülük ediyor. Hayat kalitesi için pek ehemmiyetli olan arıtma
meselesindeki motivasyonunu bile dünyayla –kelimenin her anlamıyla - sidik yarıştırmakta bulan hırsı ayakta
alkışlıyorum, minibüslerde yer bulmak pek kolay değil. Kaplanlarla beraber
yükselen başka bir şey Mevlana imgesi: havaalanına giden yoldaki bilboardlarda
“Ne olursan ol yine gel” yazıyor, Mevlana’nın bunu kastettiğinden emin değilim,
ama fark etmez, nasıl olsa yine gelirim.
Bir ufak Anadolu
turu, “beşikler vermiş Nuh’a /salıncaklar, hamaklar”, ve birkaç görüntü, birkaç
kelime. Hindistan, Balkanlar, Berlin falan derken, bir kez de Anadolu’dan
bildirmiş olalım. Şimdi Seattle düşünsün, oradan bildireceğim bundan sonra,
herhalde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder