Karaköy’de dar,
karanlık bir çıkmaz sokak, Perçemli. Sokağın ucunda eski bir sinagog, Zulfaris.
Kendi cehaletimden, muhakkak, daha önce duymadığım, ama saklanmışlığının da
payı olsa gerek, kendisini de pek duyurmayan bir müze, ‘500. Yıl Vakfı Türk
Musevileri Müzesi’.
Müze’ye girerken aklımda müzenin internet sitesinde okuduğum ‘Amaç’ bölümü var: “...700 yıllık bir beraberliğin öyküsünü, etkileşmeyi ve Türk Ulusunun insancıl hoşgörüsünü, tarihi belgeler, bilgiler ve objeler desteğinde, yurt içinde ve dışında tanıtmaktır.” Kulaklarımda bu ‘amaç’ yankılanırken geziyorum Müze’yi. Yahudilerin Anadolu’daki tarihi varlıklarıyla başlıyor hikâye, Osmanlı’nın Bursa’yı fethiyle resmi tarihimizin içinde kendine sıcak bir yuva buluyor ve ilerliyor: Engizisyon’dan kaçan Sefarad Yahudileri’nin Osmanlı topraklarına kaçışı, II. Beyazıd’ın sözleriyle “İspanya’nın fakirleşmesi, Osmanlı’nın zenginleşmesi” ve yüzyıllarca süren ‘etkileşim’, ‘hoşgörü’.
Müze’ye girerken aklımda müzenin internet sitesinde okuduğum ‘Amaç’ bölümü var: “...700 yıllık bir beraberliğin öyküsünü, etkileşmeyi ve Türk Ulusunun insancıl hoşgörüsünü, tarihi belgeler, bilgiler ve objeler desteğinde, yurt içinde ve dışında tanıtmaktır.” Kulaklarımda bu ‘amaç’ yankılanırken geziyorum Müze’yi. Yahudilerin Anadolu’daki tarihi varlıklarıyla başlıyor hikâye, Osmanlı’nın Bursa’yı fethiyle resmi tarihimizin içinde kendine sıcak bir yuva buluyor ve ilerliyor: Engizisyon’dan kaçan Sefarad Yahudileri’nin Osmanlı topraklarına kaçışı, II. Beyazıd’ın sözleriyle “İspanya’nın fakirleşmesi, Osmanlı’nın zenginleşmesi” ve yüzyıllarca süren ‘etkileşim’, ‘hoşgörü’.
Müze’nin anlatısı
iki eksen etrafında dönüyor. Birincisi, Türklerin ne kadar yüce gönüllü ve
hoşgörülü bir ‘evsahibi’ oldukları. İkincisi, Yahudilerin Türk toplumuna
kazandırdıkları, ve bu kazandırdıkları sayesinde Türkiye topraklarındaki
varlıklarının meşrulaştırılması. Oysa bu ‘evsahipliği’ ve ‘Yahudilerin
katkıları’ söylemi, tam da bir yabancılığa, eğretiliğe, içeride hissetmemeye ve
güvensizliğe işaret ediyor. Ürkek, çekingen bir “Biz de buradayız” fısıltısı
Müze’ninki, “Merak etmeyin, hiçbir zararımız yok, size birçok katkımız oldu,
zaten siz de hep çok iyi insanlardınız ve bizi çok iyi ağırladınız” diye devam
eden.
Ufak sergi salonundaki
anlatı, en son ‘Türk Pasaportu’ filminde de anlatılan bildik hikâyeyi, Holokost’tan
kaçan Yahudilerin Türk Büyükelçiler tarafından kurtarıldığını, Türkiye üniversitelerinin
Yahudi Profesörleri ağırladığını anlatarak bitiyor. “Aynı anda Avrupa’da”
başlıklı pano, toplama kamplarında esir düşenleri gösteriyor, “aynı anda
Türkiye’de” olanların gayet iyi olduğu konusunda yüreğimizi ferahlatarak. Oysa
Türkçe’de yeni yayınlanan ‘Türkiye, Yahudiler ve Holokost” kitabında Corry
Guttstadt’ın anlattığı gibi, Türkiye o dönemde Avrupa’da yaşayan yaklaşık 5000
Türkiye Yahudisini vatandaşlıktan çıkartmış, bunlardan 3000’i toplama
kamplarına gönderilmişti. 1942’de, Nazi
zulmünden kaçan yüzlerce Yahudi’yi taşıyan SS Struma gemisi aylarca Boğaz’da
bekletilmiş, yolcuların karaya çıkmasına izin verilmemiş, motoru bozulan gemi
İstanbul’dan çıkartılıp başı boş bırakıldıktan birkaç saat sonra Sovyet
torpidolarınca patlatılmıştı. Yine aynı yıl çıkartılan Varlık Vergisi, ‘milli
burjuva’ yaratmanın bir aracına dönüşmüş, Yahudiler, diğer Müslüman olmayan
azınlıklarla beraber varlıklarından edilmiş, birçoğu sürgüne gönderilmişti.
Müze’de bunlar olmadığı gibi, Avrupa’da Türk Büyükelçiler tarafından
kurtarılabilecek Türkiye vatandaşı Yahudiler olmasının sebebi de anlatılmıyor.
Başta 1934’teki ‘Trakya Olayları’, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan birçok
olay Türkiye Yahudileri’ni daha güvende olacaklarını düşündükleri Avrupa’ya göçe
zorlamıştı.
Bu eksik,
çarpıtılmış, devlet resmi tezleri içinde şekillenmiş anlatı, Yahudilerin
Türkiye’deki varlığını, “Türk ulusunun insancıl hoşgörüsü”ne armağan ediyor;
aynı ilköğretim öğrencilerinin varlıklarını ‘Türk Varlığı’na armağan etmesi
gibi, uysa da ediyor, uymasa da. Aslında başka hiçbir lafa gerek yok. Binanın tarihçesinde
1985’e geldiğimizde, “çevrede ikamet eden cemaat yokluğundan” sinagogun kapandığını
öğreniyoruz. Türk sevdi mi böyle seviyor işte, sevilcek insan kalmayana kadar
seviyor, bu sevgi seline hiçbir cemaat dayanamıyor.
1 yorum:
Bu herhangi bir azınlığa karşı "hoşgörülü" olmak kavramı zaten korkunç bir şey: onların "hoşgörülmesi" gerekliliği, yani esasında rahatsız olunması gerekilen, ama gönüllerin yüceliğinden hoşgörüldüğü imasının baştan sakatlığı ve bunun farkına varılmadan/umursanmadan göğüs gerile gerile anlatılması.
Ve de hayatta kalmaya devam etmek için bu "bize hep iyi davrandılar" söylemini içselleştirerek devam ettimenin zorunluluğu. Gerçekten acı.
Yorum Gönder