13 Ocak 2012

boğaz'a bakarak hayatı dönüştürenler: starbucks işgali



(aşağıdaki yazının biraz kısalmış hali, 6 ocak 2012 tarihli agos gazetesi'nde, derkenar sayfasında yayınlandı)

Kadrolu devlet Cemil Çiçek, meclis kürsüsünden haykırıyordu: “Bu, Boğaz’a bakarak...Türk milletini arkadan hançerlemektir!” Bahsettiği 2005’teki ‘Osmanlı Ermenileri’ konferansıydı, tehditler üzerine Bilgi Üniversitesi’ne alınan. Sonrasındaki 6 sene, Boğaz’a bakarak, ama onun ötesinde coğrafyaları, Halâskârgazi’de cansız yatan Hrant Dink’i, Kürdistan’da tutuklanan çocukları, Tuzla tersanelerinde ölenleri görerek, hançerini elinden geldiğince zalimlere batıranlara tanık oldu, Boğaziçi. Romantik bir kurtarılmış bölge, ya da bir fildişi kulesi değildi elbette; git gide ticarileşen bir üniversiteydi, öğrencilerinin hiçbir karar mekanizmasında yer alamadığı bürokratik bir şirket olma yolundaydı; siyasi baskılar yüzünden soruşturmalara maruz bırakılan öğrencileri vardı.



Bir gün, Starbucks açıldı. Artık Boğaz’a bakarak siyaset yapılmayacak, frappucino yudumlanacaktı. Okulun öğrencileri, hocaları ve emekçilerinin büyük bir kısmı, ‘tadilat’ta olan Çarşı Kantin’de, bir sabah, Starbucks’ı buldular. Üniversitenin bu asli unsurlarından hiçbir fikir almadan dünya kapitalizminin en büyük sembollerinden birinin, zaten ucuz ve iyi yemek imkanları sıfıra yakın olan bir kampüsü işgal etmesine ve en az 6 lira’dan kahve satmasına izin verilmişti.

Bu durumdan rahatsız olan, seslerini yükseltmek ve kampüs içindeki varlıklarını görünür kılmak isteyen öğrenciler, bir araya gelmeye, ve ses çıkartmaya başladılar. Toplantılar yaptılar, çorba pişirdiler, çorbaya nasıl bir kampüs istedikleri sorusunu kattılar. Öğrenciler, hocalar katıldı, ama onlarla konuşmaya gelen hiçbir idareci yoktu. Bunun üzerine öğrenciler, 6 Aralık günü, kendilerinin olanı yeniden almak üzere “yerleşkelerine yerleştiler”, Boğaziçi Starbucks’ta yatmaya, kalkmaya, ders çalışmaya, beraber karar vermeye, uygulamaya, kendi çaylarını yapıp, gelen herkese ikram etmeye başladılar. Starbucks’ın sterilliğine değil, içinde yaşanan mekanı dönüştürme gücüne tav olanlar içsin diye: “Bizi birleştiren temel bir şey var: Zamanımızın önemli bir kısmını geçirdiğimiz, kendimizi varettiğimiz üniversitenin ticarileştirilmesine ve sterilleşmesine itiraz etmemiz. Steril mekanlar öğrenci izi taşımaz. Öğrenciler olmadan üniversite olmaz”.



İşgal şimdi bir ayını dolduruyor. Hocalar açık ders düzenliyor, başka okullardan gelen öğrenciler yemek yapıyor bu alanda. ODTÜ’de kantinler boykot ediliyor, birçok üniversiteden destek metinleri, videolar yollanıyor. Üniversite Genel Kurulu’nda öğrenciler ve “onları eğitmeyi becerememiş” hocalar hakkında atıp tutan Rektör, “temsilci seçin” talebinden vazgeçiyor, koca bir spor salonunu, İşgal’i sahiplenen tüm öğrencilere açmak zorunda kalıyor; Starbucks’ın kapatılması, bir öğrenci kooperatifinin kurulması ve genel anlamıyla, öğrencilerin, hocaların ve üniversite emekçilerinin kendi hayatları hakkındaki karar mekanizmalarına katılması taleplerini dinliyor. Siyaset Bilimi öğrencisi Yıldız Sar, “Rektör’le görüşmemiz bir alışveriş, ya da onun düşünmek istediği gibi, Padişah’a isteklerimizi arz etmek değildi” diyor. İşgal’in kampüsün gündeliğini dönüştürücü gücünden bahsediyor, ama ekliyor “İşgal bir biçimdir, fetişleştirmemek lazım. Kampüs alanına dokunacak başka eylemlerle devam edebiliriz, önemli olan, elimizden alınan, ortak söylem geliştirebileceğimiz alanları yeniden yaratabilmek.” Alandan ayrılmadan bir esnaf abimi görüyorum, şimdilerde işgal alanıyla komşu. “Rektör’ün geri adım atmaktan başka çaresi yok” diyor, “burası öğrencilerin, rektör de, biz de, öğrenciler için buradayız.” Bu dünya, öğrencilerin, hocaların, emekçilerin. Rektöre okudukları metinde dedikleri gibi, “tüm dünyada Starbucks kafeler var fakat Starbucks kafelerinde kimsenin dünyası yok. Karşı-işgal ise dünyalarla dolu.”

http://starbuckssenligi.blogspot.com

Arkadaşın Tutuklu!

Arkadaşın tutuklu!
“Birileri kendine göre gerekçeler uydurarak, makulleştirerek, teröre destek veriyor. Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, şiire yansıtıyor, günlük makale yazarak.” dedi İçişleri Bakanı Şahin, bir gün hepimizin, “makul” gerekçelerle “terörist” olacağını duyururken. Halihazırda yüzlerce öğrenci, akademisyen, gazeteci, siyasetçi, sudan sebeplerle içeride bulunuyor. Boynundaki puşi yüzünden terörist olduğuna karar verilen Cihan Kırmızıgül, iki yıldır tutuklu.Yusufcan Yıldırım, dört ayrı örgüt üyeliğinden, interdisipliner bir tutukluluk yaşıyor. Son olarak, Boğaziçi Tarih 2. sınıf öğrencisi Şeyma Özcan, örgüt üyeliği suçundan tutuklandı. Hocalar “öğrencime dokunma!” diyor, öğrencilerse “arkadaşın tutuklu, haberin var mı?” diye soruyor. 2012’nin hangilerimiz için tutukluluk getireceğini astrologlara sormak yerine, Derkenar olarak, bu cadı avına karşı safları sıklaştırmaya çağırıyoruz herkesi.

Hiç yorum yok: