(agos, derkenar, yirmiiki haziran ikibinoniki)
“Yüksek lisans öğrencileri köle emeği olarak kullanılıyor”. Geçtiğimiz günlerde bu başlıkla İngiliz gazetelerinde kendine yer bulan bir araştırma, bizi Türkiye’deki üniversitelerindeki durumu sorgulamaya itti. Özel üniversitelerin mantar gibi çoğaldığı, piyasa koşullarının git gide daha belirleyici olduğu, YÖK’ün kontrol mekanizmalarının etkisinin ise her zamanki gibi devam ettiği günümüzde, asistan olarak çalışan yüksek lisans öğrencilerinin durumunu farklı okullardan öğrencilerle konuştuk.
Yıldız Teknik
Üniversitesi’nden ismini vermek istemeyen bir asistana göre en önemli sorun, kadro yapılarındaki
farklılık: “Asistanlardan bazıları geçici, bazıları kalıcı kadroyla işe
alınıyor. Aynı pozisyonu işgal eden iki asistandan biri gelecek kaygısı olmadan
çalışmalarına odaklanabilirken, diğeri kalıcı kadroya girebilmek için devamlı
bölümün ondan istediği üretimi sağlamak zorunda. Üstelik bu üretim, akademik
kadronun desteğinin çok yetersiz olduğu koşullarda da bekleniyor. Akademik ve
psikolojik desteği geçin, kırtasiye altyapısının bile sağlanamadığı koşullarda,
öğrencilerin uluslararası yayınlara üretim yapması şartı koşuluyor.”
Sabancı
Üniversitesi’nden Çiçek İlengiz’le, bu meseleler Sabancı için özellikle
güncelken konuştuk. Yüksek lisans öğrencilerine yol yardımı olarak verilen ama
öğrencilerin başka giderleri için de kullandığı 500 TL’nin, servis kartlarına
yüklenme kararı üzerine okul daha once görmediği türden bir mobilizasyonla
karşılaşmıştı. “Kampüste kalmamızı teşvik etmek adına yapıldığı belirtilen bu
değişiklik, disipliner bazlı mekansal ayrışmanın yoğun olarak hissedildiği
kampüste asistanları bir araya getirdi. Kampüsün ortasında Graadhane adını
verdiğimiz bir alan açtık ve kampüs hayatının dizayn edildiği tüketim odaklı,
steril biçime içeriden bir müdahalede bulunduk. Bunun üzerine geri adım atan
yönetim, uygulamadaki değişikliği yeni gelen öğrencileri kapsayacak şekilde
daralttı. Ama 1 Mayıs’ta ‘Lisansüstü
asistan hani senin sendikan’ pankartlarıyla yürüyen bizler için bu yeterli değil.
Asistanlarının kazandıkları paranın bir lütuf olarak değil, yaptıkları işin
karşılığı olduğunun değiştirilemez biçimde kabul edilmesini istiyoruz.”
Geçtiğimiz
yıllarda çalışanların sendikalaşmasıyla özel üniversiteler arasında ayrı bir
yer edinen Bilgi Üniversitesi’nde de işlerin çok iyi olduğunu söylemek zor. Elif
Akgül, asistanların durumunun ‘çalışan öğrenci’ statüsüne yakınlaştırılmasından
dem vuruyor: “Asistanların iş güvenceleri ellerinden alınmış durumda. Yıllık
zam, kıdem tazminatı gibi haklardansa bahsedilmiyor. Eğitim Asistanlığı, 6+1
bahanesiyle işlerinden çıkarılan kadrolu asistanların yerini dolduran ucuz iş
gücü odaklı bir çözüm haline geldi. Bu dönüşümün bir üniversite şirketi olan
Laurete’in Bilgi’yi satın alması sürecinin bir parçası olarak görmek gerek.
Sosyal İş Sendikası’nda örgütlenmeye başlayan çalışanlarının başlıca talepleri
toplu sözleşme ve iş güvencesiydi, Laurete’in hedefiyse bu taleplerin önüne
geçmek.”
Farklı okulların
kendine özgü koşulları, ayrı sorunları gündeme getiriyor ama genel resim çok da
karışık değil. Karar süreçlerine katılımı olmayan, kârlılık ve keyfilik
esaslarıyla haklarında kararlar alınan, yerleri değiştirilebilir ucuz iş gücü
olarak görülen ama bir yandan da akademik üretime katılması beklenen yüksek lisans
öğrencilerinin hali, dünyanın geri kalanından pek farklı değil. Akademik
kadroların, fiziki çevrenin, kütüphanelerin yetersizliği de tuz biber olsun.
“Anlatılan senin hikâyen”, ama anlatacak akademisyen kalacak mı, orası meçhul. “Meçhul
asistan anıtı”, yakında, yurt çapında üniversite meydanlarında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder