24 temmuz 2008, istanbul
9 eylül 2008, bordeaux
defter olmak garip bir şey olmalı. defter, başlı başına garip ve yazmanın doğası hakkında hem aydınlatıcı, hem de kafa karıştırıcı bir çok sırrı sayfalarının arasında saklıyormuş gibi duran bir şey. bir zamanlar, dünyanın tüm defterlerinin, tüm dünyanın hikâyesinin anlatıldığı tek bir defterin küçük parçaları olduğuna inanırdım. evrensel olana inancım kayboldukça bu tip fantastik inançlarımın da kaybolacağını sanıyordum ama hayır, kaybolmamış. bu defter, bütün hikâyenin bir parçası. ama hikâye postmodern bile olamayacak kadar anlamsız, belki...
aslında şöyle başlayacaktı bu sayfayı dolduran siyah şekiller: "bugün, hayatımda hiç almadığım dünya kadar şey aldım: 'ketıl', yastık kılıfı, yorgan kılıfı ("nevresim" diyorlar kendisine), çatal-bıçal, elektrikli soba, vb."
ama bu sayfa bunla başlamadı, çünkü bu cümle zihnimde kurulduğunda, defterin garip varoluşu canlandı aynı zamanda aklımda. defterin ne çok şey bildiğini düşündüm, defterin ne kadar cahil olduğunu düşündüm.
deftere bugün neler aldığımı anlatmanın bir faydası yoktu, bir sayfa önce almam gerekenler, yanına atılmış 'tik'lerle beraber duruyordu zaten. defter düşünmüyordu, ama biliyordu. her şey ilk ona söyleniyor, ilk sırdaşlığı o yapıyordu her zaman.
ama bir yandan da, ne kadar cahildi. deftere yazılan kelimelerin, bir alışveriş listesinin ya da "it was the best of times. it was the worst of times"ın ya da tutkulu bir aşk mektubunun sonucunun ne olduğunu, tamamının sahip olduğu ilişkisel önemin -evet, alışveriş listesinin bile- ne kadarının gerçeğe dönüştüğünü bilmiyordu...
alışverişe paranın yetip yetmediğini, alışveriş sırasında yeni bir kadınla tanışıp tanışılmadığını, zamanları okuyanların ne tepki verdiğini, aşk mektubunu okuyan kadının titreyen göğüslerini, kızaran yanaklarını, dolan gözlerini bilmiyor defter. bilemez.
koca bir cahilsin defter, sen ne dersen de, öylesin.
zaten sen bir bok da demezsin...
14 eylül 2008, paris
farkında değildim. inanması zor ama, gerçekten farkında değildim, bu sabah fark ettirilene kadar....15 ağustos'ta çıkmışım yola. istanbul'dan konya'ya. 17'sinde konya'dan göcek'e geçmişim. 23ünde oradan marmaris'e. kendi başına bir tür yolculuk hikâyesi olan tekne tatilinden sonra, 31'inde istanbul'a gelmişim. istanbul'da yedi telaşlı ve heyecanlı günden sonra, 7 eylül'de bordeaux. şimdi de ayın 14'ü ve ben fransa'da hiç görmediğim, masmavi, tek bir bulutun olmadığı gökyüzünün altında ve jardins du luxembourg'un ezilen çimlerinin üzerinde, bu 'yol hikâyesi'ni düşünüyorum.
defter, saatleri ayarlama enstitüsü'nün üstünde. son bir aydır yaptığım tüm bu garip yolculukların bir parçasıydı kitap, ...., son sayfalarının okunmasını bekliyor şimdi. oysa ben kitap okuyamıyorum. sürekli etrafı izlemek istiyorum, görmek istiyorum, gördüklerimi yazmak istiyorum. bu inanılmaz koşturma içinde, sabitlerin kaydını ben tutayım istiyorum. yazmak, benden fazlasıyla bağımsız ilerliyormuş gibi gözüken, farkında bile -belli ki- olmadığım bu süreci yeniden "benim" yapacak diye umuyorum. oysa tek yaptığım, görüntüyü yansıtan yeni aynalar çizmekten ibaret. sayfalarda kurşun kalem izleri, aynalarda sonsuz görüntüler birbirlerine giriyor, her şey iyice anlaşılmaz bir hâle geliyor.
bir ayda yaptığım tüm yolculuklar...
....
nereye gidiyor?
16 eylül 2008, bordeaux
"remember a day before today
a day when you were young
free to play along with time
evening never comes
sing a song that can't be sung
without the morning's kiss
queen, you shall be it if you wish
look for your king
why can't we play today?
why can't we stay that way?"
2 yorum:
Seviyoruz.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün yazarının dediği gibi, mehmet,
rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.
Yorum Gönder