sevgili leo,
bu yazıyı yazmak için o kadar çok bekledim ki. yani şöyle söyleyebilirim, 1 saat kadar yürüdüm, senin şarkılarınla beraber, sonra bir 20 dakika da tramvay sürdü, içeride yine sen çalıyordun. büyükşehir belediyesi'nin tüm taşıtlarında senin şarkılarını çalma kararı karşısında duygulandığımı söylemeliyim. neyse ki çok şarkın var, herhalde kolay kolay bıkmayız senden. ama mesela city's yönetimini çok kınıyorum, biliyor musun? 15 şarkılık playlistlerinin içine bir sürü boktan şarkıyla beraber dance me to the end of love'ını da koymuşlardı. şarkıyı her duyduğumda, açıkhava'da yerimize geçmeye başlarken şaka gibi tam dakikasında konsere başlamanla beraber, artık, biletix gişesinde geçirdiğim 16 gün geliyor. diyorum ki, bilmiyorum tabii, eğer bir yolu varsa, bir şeyler yapabilir misin?
neyse, bunlar değildi anlatmak istediklerim. gördüğün gibi, bu yazıyı yazmak için çok uzun zaman bekledim ve şimdi kafam karmakarışık, bir de sanırım güneş geçti biraz, üstelik 15:15 ve an itibariyle çok mutluyum, çünkü yarım saat kadar önce "artık saatleri fark etmiyorum" demiştim, biliyor musun?
ben yürürken, deniz kenarında, yol kenarında, çarşı içinde, insanların arasında, kulağımda senin şarkıların varken, bu yazıyı yazıyordum. tam olarak bu değildi tabii, parmaklarım klavyeye her çarptığında kafamdakileri biraz daha çarpıtılmış buluyorum, ama ne yapayım, "hiç bitmeyen" defterimi diğer pantalonumun cebinde unutmuştum ve kurşun kalem, çok denedim olmadı, biliyorum, deri üstüne tutmuyor.
senden özür dilemeliyim, sevgili leo. fark ettin mi bilmiyorum, belki hayranların söylemiştir, ben geçen gün hakkında ileri geri konuştum. facebook status'te canım, bilirsin. bir çatlak var diyordun ya hani, her şeyde, ondan bahsettim ben de. biraz küfürlü konuşmuş olabilirim, haklısın, üstelik sana inanmaz bir havam da vardı, tamam, zaten bu yüzden özür dilemeliyim senden. ama biliyor musun leo, galiba hâlâ öyle düşünüyorum. üstelik hayatta okurluğuna en çok değer verdiğim iki kişi like etmiş o status'ü, sen görseydin ne yapardın, bilemedim.
sevgili leo. sana böyle seslenmemin bir mahzuru var mı bilmiyorum. ben kendime "memo" denmesinden hiç hoşlanmıyorum, mesela. ama leonırd, hiç uymuyor ağzıma, sevmiyorum. kusura bakma leo, başkalarına senden bahsederken "cohen" diyorum, tıpkı başkalarının benim hakkımda konuşurken "kentel" demesi gibi.
ben şu zamana kadar teoriden ne öğrendiysem, teorik kafalardan neyi aldıysam içime, derrida ve foucault, benjamin ve agamben, ve işte birkaç tane daha, hepsi yerine geçer aslında, "there is a crack in everything, that's how the light gets in" cümlen, biliyor musun? sen mi çok şey biliyorsun, ben mi hiçbir şey öğrenemedim, sevgili leo? (bilgisayarım kapandı, tam bu sırada, ve uzun bir süre açılmadı. bilgisayarımın içinde de mi, crack, leo?)
ama işte sana teorik olarak katılmak bana yetmiyor. ışık nerede leo? nereden girecek o sızıntı, içimizi dışımıza çıkartacak, bizi yeniden tanımlayacak, olanı olmayanı dağıtacak o şey, nerede?
seni özlüyorum leo. sahnedeki halini özlüyorum. takım elbiseni, şapkanı, dans eden ayaklarını, yakışıklı gülümsemeni. mucizeyi beklerken, o yaz gecesini, ay gecesini, cohen gecesini özlüyorum.
ben kendimi özlüyorum leo. seni izlediğim o gecedeki kendimi özlüyorum. anlamlarımı özlüyorum. bu anlamsızlığın içinde kaybolmuş halim, şimdiye kadar tutunduğum tüm anlamları özlüyor. seninle yürüdüğüm o 1 saat, tutunduğum birkaç anlamı da söktü attı benden.
ben o kadar emindim ki kendimden, biliyor musun? ne yapmak istediğimi, nasıl yapacağımı, nerede yapacağımı, o kadar iyi biliyordum ki. arka fonda sen mi çalıyordun bilmiyorum ama, "world-historical" bir an yaşadığımı söylemiştim bir arkadaşıma. yaşadığım her an, beni ben yapan/yapacak olan o sürecin tarihsel bir anıydı çünkü, istim üstündeydim, hedefe koşuyordum.
kendimi anlatamıyorum leo. mesele bu değil. "kazanamadı, gidemedi, o yüzden" diyecekler, o yüzden belki, ama o kadar değil.
bu sana yazılan bir mektup, ama başka bir gruptan alıntı yapabilir miyim, lütfen kızma leo. şöyle demiş bright eyes, eskiden çok sevdiğim, sonra unuttuğum, sonra geçen zamanlarda radyo tarafından hatırlatılan şarkıda, "I need a meaning I can memorize". işte ben de bunu söylüyorum leo, kimbilir ne zamandır, ve şimdi çok güçlü biçimde, haykırarak, seninle yürümeye başladığımdan beri.
aklımdan şöyle bir şey geçti seninle yürürken. tüm sevdiklerimi, tek tek, ince ince planlayarak öldürsem. hepsinin cenazesine katılsam. hepsi için üzülsem. hepsini özlesem. hepsinden onları sürekli hatırlamamı sağlayacak bir şey alsam. bir odaya kendimi ve o şeyleri kapatsam. ağlaya ağlaya o anlamı arasam. anlamı bulduğumda kendimi de öldürsem. sonra polisiye bir öykü yazsam. ben ölü olacağım, o yüzden başkası yazsa. başkası yazarsa bana pay çıkartacak kimse olmaz. ben yazsam. ben kendimi öldürmeden yazıp sonra öldürsem. ben anlamımı yazmakta bulsam. sonra öldürsem. kendimi.
insanın kendisini öldürmesi cinayet midir leo? geleceği gördüğünü söylüyordun leo, gerçekten, gördüysen, cinayet olduğu doğru mu leo?
it is your turn, beloved,
it is your flesh that I wear
yalan söylüyorum, biliyor musun? ben hayatım boyunca hep yalan söyledim. şimdi burayı okuyan arkadaşlarım var ya, hepsi kendilerine soruyorlar, biliyor musun? "acaba bana da yalan mı söylüyor?" diyorlar. evet, arkadaşım, sana da yalan söylüyorum, tıpkı sana da yalan söylediğim gibi, leo.
günün birinde "yazmak yalan söylemektir" yazmıştım buraya. eğer sen söylemiş olsaydın, o kuzey aksanlı ingilizcenle, herkes herbir yere yazıyor olurdu, biliyorum, çünkü doğru. ama aslında eksik, onu fark ettim, seninle yürürken. yaşamak yalan söylemek leo. ve ben yaşamın dibine vurdum.
görmek istediklerim, söylemek istediklerim, duymak istediklerim, sevmek istediklerim, sevişmek istediklerim. hepsini yalan söyledim. hepsine yalan söyledim. hepsini uydurdum. hepsini unuttum.
unutuyorum leo. kafama yazdığım şeyleri unutuyorum. alıntı yapmak istediğim şarkılarını unutuyorum. sana ihtiyacım var, sana ihtiyacım yok, leo.
salinger sever miydin leo? öldü, biliyorsun değil mi? üzüldün mü öldüğüne? senin de içinde bir holden var mı? yoksa bunu çok ergen ve klişe mi buluyorsun? ben kendimi çok ergen ve klişe buluyorum ve dünyayı da öyle, ve bundan sıkılıyorum, ama ben salinger'ı da, holden'ı da çok seviyorum leo. dün akşam şöyle bir şeyler yazmış (eğer yazmak artık daha çok okumaksa, okumak da artık daha çok yazmak mıdır?)
....genç adam bornozunu giydi, yakasını iyice kapadı ve ıslak havlusunu cebine tıkıştırdı. yapış yapış ıslak ve hantal deniz yatağını kaldırıp koltuğunun altına aldı. sıcak ve yumuşak kumlarda, yalnız başına, ağır bir yürüyüşle otele yöneldi.
genç adam ve burnu kara merhemli bir kadın, idarenin denize gidip gelenler için otelin alt giriş katındaki ayırdığı asansörüne bindiler.
asansör harekete geçince, genç adam kadına "ayaklarıma bakıyorsunuz" dedi.
"affedersiniz, anlamadım" dedi kadın.
"ayaklarıma bakıyorsunuz, dedim."
"özür dilerim. ben yalnızca yere bakıyordum" dedi kadın ve yüzünü asansörün kapısına doğru çevirdi.
"ayaklarıma bakmak istiyorsanız, söyleyin" dedi genç adam. "ama öyle allahın belası bir sinsilik etmeyin."
"burada ineyim lütfen" dedi kadın çabuk çabuk, asansör görevlisi kıza.
asansörün kapıları açıldı ve kadın arkasına bakmadan çıktı gitti.
"yahu, şu iki normal ayağa bakmak için en küçük bir lanet neden bulamıyorum" dedi genç adam. "beş lütfen." cebinden oda anahtarını çıkardı.
beşinci katta indi, koridorun sonuna doğru ilerledi ve kendini 507'ye attı. oda taze deri bavul ve aseton kokuyordu.
birbirine bitişik iki yatağın birine uzanmış uyuyan kıza baktı. sonra bavulların önüne çöktü, birini açtı, don ve fanila yığınlarının altından 7.65 kalibre, ortgies marka otomatik tabancayı çıkardı. şarjörü söktü, baktı, sonra yerine taktı, horozunu kaldırdı. boş olan yatağa gidip oturdu, kıza baktı, tabancayı şakağına dayayıp ateşledi.
ayaklarıma bakmak için bir nedenin var mı leo?
merak etme, intihara eğilimim yok, ama yukarıda gösterdim, cinayete yakınım. ama, arkadaşlarım, rica ediyorum, ve sen de lütfen leo, saçma sapan biçimde geberip gitmeyin yakınlarda, ellerinde başka yöntem kalmamış üçüncü sayfa habercileri ve polisleri blogumdan "motive" çıkartmasınlar aleyhimde. yalan söylüyorum diyorum, anlamıyor musunuz?
ben de anlamıyorum leo. buraya nasıl geldim, kendime hangi ara bu kadar yabancılaştım, ne istediğim sorusu ne zaman bulunamaz bir cevaba sahip oldu, neden kendimle ilgili düşündüğüm her şey sonsuz bir kuyuya düşme hissi veriyor, benim şarkım ne zaman who by fire oldu, ben onu hep hallelujah sanarken?
bana yaz, leo, ateşe at sonra yazdıklarını.
sevgiler,
v. şövalye.
and who in her lonely slip,
who by barbiturate,
who in these realms of love,
who by something blunt,
and who by avalanche,
who by powder,
who for his greed,
who for his hunger,
and who shall I say is calling?