29 Aralık 2007

18 Aralık 2007

yabancılaşmanın garip hazzı üzerine-2


2 rakamının kendinden menkul bir kıymeti olmaması çok acayip. "2", özellikle 20.yüzyıl popüler kültürünün etkisiyle, mutlaka bir şeyin devamı olmak zorunda. örneğin 7'nin kendi başına bir varlığı var, ama 2 her zaman 1'iyle mümkün.

kendimi çok garip hissettim son zırvaya gelen yorumları okuyunca. false consciousness teşhisiydi herhalde yorumlar, hazzın olmadığına ilişkin olanlar. elbette yabancılaşmanın hazzı falan olmazdı, olamazdı, yanılsamaydı tüm bunlar. o kadar yanıldığımı fark ettim ki, kendimi marx'ın alienation'ına küfür etmiş gibi hissettim. utandım.

oysa gerçekten bir haz aldığımı sanmıştım. işin garibi, tüm bunların yanılsama olduğunu "bilsem" de, hala haz alıyorum. eylül'ün kaçınılmaz yabancılaşması değil bu, tv'lere, topluma yabancılaşmak, aykırı olmak, eleştirel olmak değil. efrasiyab'ınki de değil o yüzden. ace'inki ne bilmiyorum, belki onunkidir. ama o da haz olamayacağını yazmış, bunu yazarken de, belli ki, haz almış oldukça.

üretim sürecine, üretim araçlarına, ürüne; dolayısıyla, insana, topluma ve doğaya yabancılaşmak da değil, tahmin edileceği üzere. bunun hazlı bir şey olduğunu iddia edecek değilim, her ne kadar bu anlamda bir yabancılaşmanın da sorunlu bir kavram olduğunu düşünsem de...

yabancılaşmadan garip bir haz alıyorum, evet. "yapma" şekillerime yabancılaşmış durumdayım, bırakın yaptıklarımı. etrafımdakilere, sevdiklerime, sevmediklerime; sevme ve sevmeme biçimlerine yabancılaştım, yabancılaşıyorum. beş metrekare etrafımda varlıklarını sürdüren tüm objelere yabancılaşıyorum. insanlara ve hayvanlara, duygulara ve duygu salınımlarına, yazılara ve yazma'ya, işlere ve güçlere, açıklamalara, dava'ya ve davacı'ya, sanığa ve tanığa yabancılaşıyorum.

yazdığım yazı, "kağıt", okuduğum kitap, ve sen, okur, hepiniz o kadar yabancısınız ki.

toplumsal bir yabancılaşma değil bu. "hiçbiriniz beni anlamıyorsunuz" ya da "ben hiçbirinizi anlamıyorum" ya da "anlaşılacak bir şey yok" da değil.

benim yabancılaşmam. kendime yabancılaşmam. kendimi yıkma ve yeniden üretme sürecinde, bana ait olan her şeyin aidiyetlerini soru işaretlerinin insafına bırakan bir yabancılaşma bu.
aynı şarkılar etrafında, şarkıları sahiplendikçe, şarkıları tanıdıkça, kendisine yabancılaşan bir adamın aldığı
garip bir haz.
şüphesiz ki, bir yanılsama.
yabancılaşmanın
garip hazzı
üzerine-2.
commandos 2.
haz verir.
garip bir haz.
yabancılaştırıcı bir haz.
yabancılaştırmanın garip hazzı üzerine.
1.
yabancılaşmanın garip hazzı üzerine.
2.


15 Aralık 2007

yabancılaşmanın garip hazzı üzerine


yabancılaşmanın garip hazzı üzerine

yabancılaşmanın
garip
hazzı
üzerine

yabancılaşmanın
garip hazzı
üzerine

yabancı
laşman
ıngarip
hazzı
üzer
ine

14 Aralık 2007

benim adım

karma police,
I've given all I can,
it's not enough,
I've given all I can,
but we're still on the payroll.

kimse anlatmayacak mı,
nehirlerin neden siyaha boyandığını?

9 Aralık 2007

i am you, and what i see is me...

....derken o ıslığı duyduk. iliklerimize kadar sese boğulduk. duyduğumuz, hissettiğimiz, yaşadığımız hiçbir şeye benzemiyordu, bambaşkaydı ses. çok uzaktandı, kendimiz kadar uzaktı bize, ayrı ve farklıydı. değişik dünyalardan bize ulaşan bir haberdi belki, bir çağrıydı. ondan sonra ne bizdi bize kalan, ne de başkası. biz ses olmuştuk; sesten ayaklarımız vardı ve sesten bir baş yükseliyordu, ses boynumuzun üstünde. vahşi batı’da bir kovboy atını çağırıyordu, yakaladığı bizonun kafasına doladığı demokrasiydi elbet, kement değil. istanbul’un arka sokaklarında bir adam, sokaktan geçen fahişenin dikkatini çekmeye çalışıyordu, en basit yolla. ve hayat, ıslıktan başka bütün anlamlarını kaybetmiş biçimde asılıydı evrenin sonsuzluğunda...

derken o ıslığı duyduk. minik yüreklerimizin atışı karıştı ıslığa...ıslık bizi çağırıyordu, bizi arıyordu evrende. kanat seslerimizle karşılık verdik. havalandık hep birlikte, yükseldik semaya. bulutların üstündeki o olmayan evrene çıktık. yükseldikçe üşüdük, üşüdükçe bizden uzaklaştık ve ısındık; üşümek anlamını kaybetmişti çünkü, üşümek varsa aynı anda ısınmak da olmalıydı, terlemek donmakla yan yanaydı ve gerçek, bizden kalan bir anıydı sadece...




8 Aralık 2007

in the death car...

ne oldu şimdi? what's the buzz, tell me what's happening? neden oldu? oldu mu? olacak mı? ne olacak?
bir şeyler oldu. ve bir şeyler olacak. kelimeler dolandı, cümleler tıkandı, anlamlar kayboldu yine. ama bu sefer, çok anlamsız oldu. olmamalıydı.
dibe çökmüş hayatlar. kırmızısı renksizliğe karışan vücutlar. gözümü kapatsam, birkaç saniye dursam öylecenek, sonra yeniden açsam, olur mu? düzelir mi? neden her şeyi biliyorsun sanki? düşünmek için kalamaz mıydın biraz daha?
şövalye bugün üzgün...

this is a film about a man and a fish this is a film about dramatic relationship between a man and a fish the man stands between life and death the man thinks the horse thinks the sheep thinks the cow thinks the dog thinks the fish doesn't think the fish is mute expressionless the fish doesn't think, because the fish knows everything. the fish knows everything...




5 Aralık 2007

diyalektik

tam 24 saatlik uykusuzluğum ve bir tabaktan geriye kalan üç patates oturtma lokması, bir kış gecesi eğer bir yolcu'ya eşlik ediyor şu an. çöp kutum var görüş alanımın hemen sınırlarında, bir kola ve bir miller şişeşi ufak ağızlarını yukarı dikmiş, gerisi son bir ayın hastalık güncesi. son bir ayın ders kitapları, sınav notları dağılmış etrafa. milliyetçi ve emperyalist bir demokrasinin ortadoğuda inkilapçı bir tarihi olabileceğine karar vermişim sanırım son bir ayda. sağımdaki sandalyede de, son bir ayın oyungezer'i duruyor. son bir ayın kahve bardakları, bitmiş vivident kutusu, içi boşalmış ıslak mendil nesnesi (işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte.... yeni bir isim verdim sana)...
ocak 2008 klasörü açmalıyım sonra, dergicilik yapanların 1 aralıkta yılbaşı kutlamalarını teklif etmeliyim köyün ileri gelenlerine. şirin baba'yı bulmalıyım, "gelmiş geçmiş en büyük lider" oylamasında seçilmek üzere olduğunu, ama daha çok desteğe ihtiyaç olduğunu anlatmalıyım ona. forward mailler atmalı her yere. donatmalı dört bir yanı bayraklarla. inletmeli tribünleri şarkılarla lay lay lay lay la..

oysa sanırım ilk kez, tam bir gün boyunca yaşadım. 24 saatten çok uykusuz kaldığım olmuştu, ama bu sefer, gece 12de uyandım, eğer 20 dakika içinde yatmayı becerirsem (sizi ilgilendirmez ama şu an saat 23:37), kendi çapımda bir düzen kılaymeksi yaşayacağım.

oysa uykum var. bu kadar düzenli olmak için fazla uykusuzum. uykusuzluk düzensizliktir. uykusuzluk direniştir..

oysa tam tersini söylemiştim geçenlerde taptaze asistan arkadaşıma (tebrik ederim buradan kendisini) dirensizlik uykudur demiştim.

densizliktir uyku.
kurulu cümlelerinin içine eder. girişinin için eder. başlığının içine eder. diyalektik neymiş? kimin fesiymiş? bu dönem boyunca fes'in fez'den gelip gelmediği üzerine kaç kere daha yorumlamalar duyacağım acaba?

lamaların ömürleri boyunca hiç geğirmediklerini biliyor muydunuz? oysa patates geğirtir.

eğer üç lokma kaldıysa burada,
fazla uzaklaşmış olamazlar.

4 Aralık 2007

oyungezer aralık kalmış


oyungezer (q değil, g) durmuyor.
aralık sayısı, tüm türkiye'de bayilerde.
bekleriz...
(laf aramızda, hayek ve friedman'a giydirdim, keyifle okuyun diye).

bir oyun dergisi, sizi ne kadar şaşırtabilir ki?